Allah’ı Bulma Ümidi ile….

Allah’ı Bulma Ümidi ile….

Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, mağfiret ve hidayeti daim üzerinize olsun. Rabbim bize İslam’ı hakkıyla anlamayı, anladığı gibi yaşamayı nasip etsin inşallah…

“Kalbinizde ilk sıraya Allah’ı koymazsanız; hem Allah’ı kaybedersiniz, hem de ilk sıraya koyduklarınızı..”  (Hz. Ömer)

İnsanın Allah’ı bilme, Allah’ı tanıma, Allah’ı bulma kelimelerine yüklediği anlam, hiç şüphesiz Allah’a kulluğunu, Allah’tan korkmasını, Allah’ı sevmesini etkiliyor. “Bil, bul, ol”da aynı düşüncenin izleri var.

Çünkü “bilmek, bulmak, olmak” tecrübe ve değerler üzerinden kurgulanmış bir söz. İnsanın kendi içinde bazı değerleri var etme çabasının meyveleri toplanırsa bir metot olarak sonuca ulaşmanın mümkün olduğunu telkin ediyor bu sözler. İnsanın kendi içinde Allah’ı hissetmesi, yani bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan, zâtî ve subutî sıfatlarıyla mevcûd olan Allah (cc) ile arasında kaçınılmaz, kopartılamaz bağların olduğunu fark etmesi gerekir.  O’na ibadet eden bir kul olmaya çalışması yani Yaratıcı ile kendi arasındaki ilişkiyi var etme çabası, ibadetlerden aldığımız hazdan tutun da duygu, düşünce ve davranış olarak nerede durduğumuzu da gösteriyor.

Eğer hayatın her alanında mutlu olmayı istiyorsanız, Allahû Tealâ’nın hayatınızın her anında O’nun sizinle birlikte olduğunu hissetmeniz gerekir. Mutluluğun en önemli şartı kendisinden yardım istenen bir Allah’ın varlığını kabul edeceksiniz ve yardım isteyeceksiniz. Unutmayın! Böyle bir şey yapmadığınız takdirde zaten otomatik olarak şeytanın yardımını alıyorsunuz demektir. Bir başka deyişle kalp hiçbir zaman boş olmaz. İçinde ya Allah olur; ya da şeytan… Yani şeytan siz istemeseniz de sizi kötülüğe götürmek için, size devamlı yardım edecektir. Şeytan, sizi mutsuz kılmak istikametinde yardım edecektir.

“Allah bizi sevmez ve bizi şeytandan korumaz mı?’’ diye düşünebilirsiniz. Allah bizi çok sever. Ama biz kendimizi şeytana esir ediyorsak, Allah buna karışmaz.

Çünkü Allah, sizi serbest iradeyle yarattı. İnsanın iradesi, Allah için mukaddestir. Müdahale yapılmaması lâzım gelen bir husustur. Siz kendinizi dilediği gibi kullanma yetkisinde olan kıymetli bir varlıksınız, yani sözün özü insansınız. Sizin iradenizin kıymetli oluşu, onu dilediğiniz istikamette kullanma yetkisinin size verilmesidir.

Kendi iradenizle Allah’a müracaat etmiyorsanız, o zaman Allah’tan size yardım gelmesini beklemeyin. Böyle bir şey mümkün değildir. Allah’ın kanunları bunu içerir. O Rab’dır, müracaat makamıdır. O’na müracaat ettiğiniz takdirde sonuç alırsınız. Öyleyse Allah’a müracaatınız asıldır.

Davranış biçimlerinin temeli Allah’a müracaattır. Allah ile ilişki kurmak istiyorsanız ilk yapacağınız ve en önemli şey Allah’a müracaat edip O’ndan yardım talep etmektir. Ancak Allah’a müracaatımızı engelleyen yanlış düşünme alışkanlıkları vardır.

İnsanlar; “Allah bizim ne istediğimizi bilmiyor mu?’’ diye düşünürler.

Cevap; Biliyor.

İnsanlar, bu cevap üzerine; “Mademki biliyor, ben O’na neden tekrar söyleyeyim? Allah’ın bildiği bir şeyi ona tekrardan söylememiz ukalalık olmaz mı?” diye düşünürler.

İşte şeytan sizi en çok buradan vurur. Allah’a müracaat ukalalık değildir. Ukalalık, O’na müracaat etmemektir. Müracaat etmediğiniz takdirde nefsinizi öne aldınız demektir. Yani siz gurur afetinizle, kibir afetinizle, Allahû Tealâ’ya müracaat etmeyi reddettiniz. O’na müracaat etmeyi küçüklük saydınız. Oysaki O hep sizden müracaat bekler.

Siz; sahibiniz olan Allah’a, sizi yaratan Allah’a her zaman müracaat etmek mevkiindesiniz. Müracaat etmediğiniz sürece hiçbir yere müracaat etmediğinizi zannediyorsunuz. Hâlbuki çoktan şeytana müracaatınızı yaptınız demektir. İki yere dilekçe verebilirsiniz. Ya Allah’a, ya şeytana! Eğer Allah’a dilekçe vermiyorsanız, Allah’a müracaat etmiyorsanız şeytana dilekçe verdiniz, şeytana müracaat ettiniz bile.

Şeytan derhal devreye girer. Sizi daha çok üzecek olan bir olayı vücuda getirmeye çalışır. Başkalarıyla sizi düşman hale getirecek olan bir olayı sağlamaya çalışır. Bütün gayretiyle buna çalışır.

İşte ona bu imkânı vermemek için her türlü gayreti göstermek durumundasınız. Şeytan sizi kendi tarafında hiç görememelidir. Görememesi için her safhada Allah’a müracaat etmeniz lâzım. Şunu bilin ki; Allahû Teâlâ’nın sözü var, O’ndan yardım talep ederseniz yardıma hazırdır. Mutlaka yardım edecektir.

2/BAKARA-186: “Ve kullarım sana, Benden sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar).”

“Ben Allah’ı davet etmekten kaçınıyorum, Allah’ı rahatsız etmek istemiyorum.’’ Bu sadece şeytanın bir palavrasıdır. Hiçbir müracaatınız Allah’ı rahatsız etmez. Rahatsız etmediği gibi, O’nu memnun eder. Allah’ın yaratış sistemi; “Bu kulum beni düşünüyor ve benden yardım istiyor. O halde ben ona verdiğim sözü yerine getirip, ona mutlaka yardım ederim’’ tarzındadır.

Allah, sahâbeye; “Eğer siz, günahlar işlemeyen ve Bana müracaat etmeyip af dilemeyen bir kavim olsaydınız, sizi değiştirir de yerinize o günahları işleyen ama her seferinde Benden af dileyen o günahların işlenmemesi istikametinde bir gayretin sahibi olan bir kavim yaratırdım’’ diyor.

“Allah beni yarattıysa, benim mutsuz olmama neden müsaade ediyor?” diye düşünürsünüz.

Allahû Tealâ bu soruya da cevap veriyor:

“Hayır! Ben sizin mutsuz olmanıza müsaade etmiyorum. Siz mutluluğu istemedikçe; Benim kanunlarım sebebiyle, Benim size mutluluğu ulaştırmam mümkün değildir. Kanunları Ben koydum. Öyleyse Benim şartlarımı öğrenin, onları tatbik ettiğiniz zaman saadet adı verilen müessese sizi mutlaka yakalar.

Peki Allah’ın kanunlarından biri nedir? Allah’a her zaman müracaat etmeniz. Evet, Allah sizin kalbinizden geçeni bilir, ama siz O’ndan o kalbinizden geçeni talep etmedikçe Allahû Tealâ’nın yardım eli uzattığını görmezsiniz.

Allah’a müracaat ederseniz, müracaat ettiğiniz sualin cevabını alırsınız. Eğer müracaat etmezsiniz o zaman da Allahû Tealâ’dan size yardım gelmez. Allah, size mutluluğu yaşatmak istemediği için değil; siz Allah’a müracaat etmediğiniz için mutluluğu yaşayamıyorsunuz.

Allahû Teâlâ; “Beni davet ettikleri zaman dua edenin yani Beni davet edenin davetine icabet ederim’’ diyor. Mânâsı ne? Allahû Tealâ; “Etmediği takdirde icabet etmem’’ diyor. “O kişi Beni davet etmezse onun bir talebi yoktur. Benden yerine getireceğim bir şey yoktur. Ben de Bana yapılan talepleri kabul ederim ve onları gerçekleştiririm’’ diyor.

Öyleyse Allah’ın kalbinizde olanları bilmesi yeterli değildir. Onun bilmesine rağmen siz ondan yardım istemek mecburiyetindesiniz. Hep nefsinizin afetleri sizi Allah’a müracaattan alıkoyar. Nefsiniz büyüklenir; “Ben, O’ndan yardım istemem.’’ Hâlbuki bu aynı anda şeytana olan müracaattır. “Mademki Allah benim kalbimden geçenleri biliyor ve bana yardım etmiyor; öyleyse Allah demek ki bana yardım etmek istemiyor. Öyleyse ben Allah’tan niye yardım isteyeyim ki. Bana yardım etmeyen bir Allah’a niçin müracaat edeyim ki?”

İşte düşünebileceğiniz en kötü düşünce budur. Sizi sıfırlayacak olan, en kötüye ulaştıracak olan şey, şeytanın uşağı yapacak olan şey bu düşüncedir. Allahû Tealâ size yardım etmeye hazırdır. Yardım etmesi sizin yardım talebinize bağlıdır.

ALLAH’A YAŞARKEN ULAŞMAYI  DİLEMEK !….

Bir insan, yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemeyince yapacağı amellerin onu kurtuluşa ulaştırması ne yazık ki mümkün değildir. Ve insanların pek çoğu bunun böyle olduğunu bilmiyorlar.

Allahû Tealâ’nın ortaya koyduğu vakıa şöyle bir dizayn içeriyor. Bir insan yaşarken  Allah’a ulaşmayı ya diler, ya da dilemez. Ama, dilemezse kurtulamaz!… Yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insanın cehennemden kurtulması mümkün değildir. O kişi, Yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemenin dışında ne yaparsa yapsın, neticeyi değiştiremez. Dilemezse, ne yaparsa yapsın sonuç değişmeyecektir.

Yaşarken Allah’a ulaşmayı dilemeyen bir insan mutlu olamaz!… Manevi platformda hiçbir gelişme gösteremez.  Fikri plânda öğrendiğini zanneder ama aslında öğrenmesi lâzım gelen şeyi öğrenmemiştir.  İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir).

Kazandıkları dereceler itibarı ile cehenneme giden bu insanların bir tek vasıfları vardır. Yaşarken Allah’a ulaşmayı dilememişlerdir.

Birde Allah’tan yardım  4 rekatlık Hacet Namazıyla olur..Sadıklara, salihlere iltihak et, onların arasına katıl, eğer kimin salih kimin münafık olduğunu ayırt edemezsen o zaman geceleyin kalk iki rakat namaz kıl. Ve deki:  Yarabbi, bana salih kullarını göster, Sana gelmemde kılavuzluk edecek kişileri göster.

Hacet namazının perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asıldır. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.

Namazda aşağıdaki âyetler okunur:

  1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
  2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

Rekâtin sonunda : Ettehiyyâtü

  1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
  2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.

Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir veya Allah’tan mürsid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.

Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürsid istenir. Eğer kişinin haceti mürsid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya batinî bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında bir şey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir. Sevgi ile kalın..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?