AFGAN DAĞLARINDA VURDULAR BENİ

AFGAN DAĞLARINDA VURDULAR BENİ

1980’li yılların başı ve insanlık adına dünyada hüzün dolu olayların, faciaların, felaketlerin çokça yaşandığı bir dönem. İki kutuplu dünyada, iki düşman görünümlü kardeş misali dünya ülkelerini paylaşan, menfaatleri gereği nasıl görünmeleri gerekiyorsa öyle görünen; ne yapmaları gerekiyorsa onu yapan sözde iki süper gücün tahakkümü altında inim inim inleyen insanlık ve İslam dünyası.
Uzun yıllardan beri hilafetsiz kalan, kurda-kuşa yem, emperyalizme de dolgu malzemesi olan Âlem-i İslâm darma dağınık, permi perişan. Bir tarafta İran-Irak savaşı, her gün bir hiç uğruna şehid edilen on binlerce Müslüman ve Müslümanların heba olan mal varlıkları, zenginlikleri; bir tarafta yok olan bir kültür ve engin, zengin bir medeniyet…
Öbür yanda orantısız, adaletsiz, insafsız ve merhametsizce devam eden Afganistan-SSCB savaşı… Dünya emperyalizminin dur-durak bilmeyen hırs ve ihtirasları… Ama her şeye rağmen mücahitler tarafından Afgan dağlarında yazılan emsalsiz kahramanlık destanları… 20.Asra damgasını vuran Afgan Cihadı ve neticede dağılan, param parça olan Rus İmparatorluğu, değişen dünya dengeleri…
Afgan-Rus harbinin en şiddetli çatışmalarının yaşandığı geçit vermeyen, sarp Afgan dağları. Bu günlerde Afganistan Mücahitlerine moral vermek, gayri resmi de olsa yetkililer ile görüşmeler yapmak ve savaş hakkında bilgiler almak için ülkemizden Afganistan’a bir heyet gidiyor. Yetkililerle görüşmelerden sonra, heyette bulunan zevat-ı kiram cepheye gitmek ve ordu komutanları ile görüşmek istediklerini beyan ediyorlar. Afgan yetkililer, bunun can güvenliği açısından tehlikeli olduğunu beyanla bu isteğe olumsuz yaklaşıyorlar. Ne var ki, heyettekiler her tehlikeyi göze aldıklarını, bu konuda istekli ve ısrarlı olduklarını söyleyince, yetkililer bu misafir heyeti en yakın cepheye götürüyorlar.
Cepheye vardıklarında ise, Ordu komutanı Türk heyetinin görüşme isteğini kabul etmiyor. Komutanlara, bu heyetin resmi değil, Milli Görüş heyeti olduğu söylenmesine rağmen yetkili komutan görüşmeye zor ikna edilebiliyor. Afgan yetkililer ve Türk Heyeti cepheye vardıklarında, komutan “hoş geldiniz” diyor ve cevabını beklemeden anlatmaya başlıyor.
“11-12 yaşlarında küçücük bir çocuktum. Henüz okula bile gidememiştim. Babam, bir gün şehirden geldi. Annem ona yemek hazırlamıştı, sofraya oturduk. Babacığım, bize hissettirmeden sürekli
7 düvel ile onlarca yıl savaştınız. O sıralarda bizler sizlere böyle yardım etmiştik, böyle sahip çıkmıştık. Biz Afgan halkı olarak yıllardır Rus ayısı ile kanlı çarpışmalara girdik, on binlerce şehidimiz var, kadınlarımız dul, çocuklarımız yetim kaldı. Ülkemiz tar-ü mar oldu. Sizler neredesiniz? Hani bize yardımınız, nerede? Ümmet olmanın, din kardeşi olmanın sorumluluğu bu mudur? Sizleri değil kabul etmek, görmek bile istemiyorum. Lütfen burayı derhal terk edin, diyor ve heyeti kibar bir şekilde reddediyor.
Türk heyeti üzgün ve mahcup. Edilen sitemler haklı olarak soğuk duş etkisi yapıyor. Bu sözlere verilecek makul ve mantıklı bir cevap maalesef bulunamıyor, herkes sadece yutkunuyor, eziliyor, sükut ediyor… Her ne kadar heyet resmî değil, gayri resmî, bir sivil toplum kuruluşu da olsa ne değişir ki?
Değil mi ki, millet olarak Afganlı kardeşlerimize gereken desteği verememiş, yardım edememişiz. Değil mi ki bize yapılan o muhteşem yardım ve destekler karşılıksız kalmış…. O halde bu sorumlulukta herkesin az veya çok, ama mutlaka payı vardır. O halde herkes payına düşenin vebalini taşıyacaktır; isteseler de istemeseler de…
Kardeşlik hukukunun gerektirdiği yardımlaşma, dayanışma ve dostluk söz ile, nutuk çekmekle, gerçekleşmesi mümkün olmayan vaadlerle olmaz, icraat gerekir. O icraatı yapamayanlar hasbel kader mahcup olmaya mahkumdur.
Selam ve dua ile..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?