27 MAYISA KİMİ DEVRİM DİYOR KİMİ DARBE DİYE İTİRAZ EDİYOR

27 MAYISA KİMİ DEVRİM DİYOR KİMİ DARBE DİYE İTİRAZ EDİYOR

Hangisi?

27 Mayıs 1960 yılında ‘Haki Elbiseli Tüfeklilerin’ silah zoru kullanılarak, dönemin hükümetini alaşağı etmesi sizce bir ‘Darbe midir’ yoksa bir Devrim mi?

Evet, sorunun ‘iki şıklı’ soruluş biçiminden de anlaşılacağı üzere bu 27 Mayıs üzerine sorulan sorunun yanıtı da kimilerine göre değiştiği için toplumu da iki parçaya ayırmıştır…

Yani yukarıdaki sorunun yanıtı kimilerine göre askeri faşist bir darbe…

Kimilerine göre ise Atatürk ilkelerine sahip çıkılan bir devrim hareketi…

Peki ama acaba bunların hangisi daha doğru?

Vallahi hangisi daha doğru, hangisi daha yanlış veya akla yatkın onu pek bilemem ama bu sözünü ettiğimiz 27 Mayıs Hareketini yapmak zorunda bırakan bir alt nedeni ve gerekçesi vardır diye düşünüyorum…

Üstelik durup-dururken büyük bir çoğunluğun -seçim yoluyla- iktidara getirdiği bir ‘Milli İradeyi’ haki elbiseli tüfekliler niye alaşağı etsinler ki?

Her şey etki-tepki meselesi öyle değil mi?

Örneğin istersiniz sizinle birlikte 27 Mayıs’ı hazırlayan etkenlerin aklımıza gelenlerini şöyle bir sıralayalım…

Veya sonuca daha kestirmeden varmak için sözü lastik gibi sağa-sola fazla uzatmadan, öteye-beriye kıvırmadan direkt olarak şunu itiraf edelim;

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün 1938 yılı ölümünden sonra yol ayrımına girip -tabiri yerinde olursa- makas değiştirmiştir…

Örneğin; 1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri beş yıl sonra yani 1946’da Parlamenter sisteme geçme kararı alınır-alınmaz, daha o yıllarda bu Enstitülerin bir an önce kapanmasının yolları aranmaya başlanmıştır…

  1. Dünya Savaşının yarattığı burhan ve bunalımları da hesaba katarsak, 1947 yıllarında düşünülüp, 1948 yıllarında (bizim gibi ülkelere) Amerikan hibesi Marshall yardımları halkı kandırmanın ilacı olarak kullanılmıştır…

Yine 1948 yıllarında eğitim sistemimizin bize özgü yapısını bozup, egemen güçlerin hizmetine sunmak için Amerika’dan eğitim uzmanları getirilerek, üretici eğitim sistemini terk edip, bir an önce ezberci ve tüketici eğitim modelini bize uygun görmüşler ve bunun kaşlığında da öğrencilerin sabah-sabah içmeleri için ‘Süt Tozu’ vermişler!

Denizlerimizde ve derelerimizdeki balıkları yemeyi erteletmişler ve onun yerine ‘balık yağı, balık hapı’ gibi konserve beslenmelerle zihnimizi veya aklımızı başımızdan almışlar!

Hani toplum 2. Dünya savaşının yarattığı yokluklarla iyice bunalmış ve ardından Marshall yardımlarıyla karnının doyduğunu sanınca, yapılan ilk genel seçimde Marshall destekli Partinin oy sandığını tıka-basa doldurmuşlar!

Eh, iktidar ardı-ardına yapılan seçimlerde oyunu artırdıkça, tek taraflı bir şekilde baskılarını da artırıp, demokrasiyi askıya almaya başlamışlar!

Tepedeki ayrılıklar ta köy kahvelerine kadar yansımış ve muhalefettekiler, iktidardakilerin kahvehanesine, onlarda ötekilerin oturduğu kahvehanelere gitmez olmuşlar…

Hatta yukarıdan aşağıya doğru ‘Vatan Cephesi’ şeklinde cepheleşmeler başlayınca; “Senin cephen, benim cephem” kavgasına dönüşmeye başlamış!

Söz yine rayından çıkmaya başladı galiba…

Vesaire, vesaire…

Demokrasi parlamenter sistemle gitgide rayına oturacak derken, ne yazık ki, gitgide rayından çıkmaya başlayınca askeriyenin öğrenci düzeyindeki haki elbiseli Harbiyeli öğrencileri sağda-solda homurdanmaya başlamışlar!

Derken bu Kulis homurtuları küçük rütbelilere ve orta rütbelilere derken, omuz-başı rütbelilere kadar yükselip ve çoğalmaya başlamışlar!

Tabi bu yavaş-yavaş gün ışığına çıkmaya başlayan veya en azından kuşku düzeyine varan kıpırtılar belirmeye başlayınca (ABD’li patronlarımız her zaman ve her yerde Askeri Faşist darbeleri desteklediği için) açıktan açığa destekleme yapmasalar da, gizliden-gizliye desteklemeyi ve daha sonra da kendilerine daha çok biat edecek bir iktidarı düşlemişlerdir.

Ancak umduklarını bulamamışlardır…

Çünkü daha sonra en yüksek rütbelilerinde (istekleri dışında da olsa) bu gürül-gürül akan şelalenin önüne geçerek (güya) önderliklerini yapmışlardır…

Ve birileri ‘Darbe’ beklerken, ne yazık ki Atatürk ilkelerine sahip çıkan bir yapı ortaya çıkmıştır…

Daha sonra ise mevcut iktidar düşmüş ve yargılanmaya başlanmıştır…

Ancak bu yargılamada tarihi bir hukuk hatası yapılarak, yargılananlar idam edilmiştir…

Bu hukuk hatasını ise halk daha sonra affetmemiştir…

Ve tekrar özetleyecek olursak;

27 Mayıs 1960 hareketi daha sonraki yıllarda ‘bayram’ olarak kutlanmıştır

Ta ki: 12 Eylül Faşist Cunta ortadan kaldırana kadar…

Halbuki o 27 Mayıs 1960 hareketinin içinde bu 12 Eylül Faşist Darbesini yapan bu komutanlar da o yıllarda rütbeli subaylardı!

O tarihlerde yaptıkları bu hareketin adını: 27 Mayıs Devrimi koymuşlardı..

Cumhuriyet tarihinin en önemli Anayasalarından birisini yapmışlardı…

Peki, ne olmuştu da 12 Eylül Darbesiyle bu anayasayı ortadan kaldırmışlar ve onun yerine 81 anayasasını koymuşlardı?

Bunun üzerinde düşünmeye değmez mi?

Bakın sayfanın sonu görünmeye başladı ama bir paragraf daha yazmadan bitirmek istemiyorum…

1961 Anayasası, Demirellerin ve daha sonraki gelen Başbakanların hep şikayet ettikleri bir anayasa olmuştur…

Kimi lider lüks saymıştır…

Kimi lider bol geldiğinden dem vurmuştur…

Bu anayasayı bir tek 68 kuşağı devrimcileri savunmuştur…

Kanıt mı istiyorsunuz?

Mahir Çayan’ın mahkeme savunmasından alın size kanıt;

“Bir kere eylemlerimizin hedefi 27 Mayıs Anayasasını ihlal etmek değil, tam tersine ihlal edilmiş, fiilen işlemez hale getirilmiş 27 Mayıs Anayasasının öngördüğü nizamı tesis etmektir. 27 Mayıs Anayasası, Milli Demokratik bir nizam öngörmektedir.” Der ve devam eder ama ben birde Deniz Gezmiş den örnek vereyim ki onun da bu konuda ruhu incinmesin…

Ve Deniz’de şöyle konuşur Mahkemede; “…Amerika sizin döneminiz sırasında Türkiye’ye girdi ve hiç biriniz sesinizi çıkaramadınız ve Demokrat Parti iktidarına 10 yıl ses çıkarmadınız. Taaki 38 yurtsever subay ses çıkarana kadar ve onları devirene kadar… Süleyman Demirel7in Anayasayı ihlaline ve despotizmine ve ülkeyi Amerika’ya satmasına ses çıkarılmadı. Ve meydanlarda bunlara karşı bizler dövüşmek mecburiyetinde kaldık, bizler kurşunlandık.”

27 Mayıs Anayasasını kimler savunmak zorunda ve meydanlarda kimler kurşunlanmak zorunda kalmış?

68 kuşağı…

Peki, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşını hangi gerekçelerle astılar;

“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını; bir kısmını tağyir,tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işledikleri sabit görülüp. Türk Ceza Kanunun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyelerine karar verildi.” Deniliyor…

Daha anlaşılır bir dille söylersek; Anayasanın ‘lüks ve bol’ geldiğini ileri sürüp uygulamayan yönetsel güçler…

“Neden Anayasayı uygulamıyorsunuz?” diyenler ne yazık ki “Anayasayı ihlal ve ortadan kaldırmakla suçlayıp” ipe gönderiyorlar!

Ne dersiniz elimizi vicdanımızın üzerine koyup biraz düşünelim mi?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?