Güney Afrika ülkesinde eğitimli ve kültür birikimi olan halk öncüleri ölünce ardından şöyle bir söz söylenirmiş;
“Bir Canlı Kütüphane daha yandı kül oldu gidiyor.”
Şimdi gelin Güney Afrika ülkesini bir tarafa bırakalım ve bunu bizim ülkemiz üzerinden düşünürsek; acaba kültür ve bilgi birikimi yüksek düzeyde olan insanlar ölünce veya öldürülünce ardından ne gibi bir değerlendirilme yapıldığı, nasıl düşünüldüğü pek zor değildir diye düşünüyorum…
Örneğin; bizde ömrünü bilime ve insanlığın hizmetine vermiş birisi ecel’inden ölse; “Allah rahmet etsin, hepimiz eninde-sonunda oraya göç edeceğiz!” denilerek geçiştirilmeye çalışılır!
Diyelim ki; eceli ile ölmedi de,hain pusulara düşürülerek öldürüldü.
Bu tür ölümler için hiçbir düşünme eylemine yer vermeden, şu gibi sözleri duymanız işten bile değil; “Kolay harcadılar adamı be!”
Hatta öldürülen kişi sevmediğiniz bir kişi veya sizin gibi düşünmeyen bir kişiyse, değerlendirmeler dahada kabalaşır ve çirkinleşir;
“Allah’a kul lazımsa, bir daha yaratır!” gibi…
Yani ne derece bana katılırsınız, onu bilmem ama; benim bu güzel ülkemde dünyaya gelmek zor, fakat ölmek çok kolaydır…
Hatta o kadar çok kolaydır ki;
Beğenmediğiniz insanın canını tanrı almazsa, insanlar alır!
Tıpkı,Muammer Aksoy ve daha birçok ‘aydınlarımızın’ canlarını alan
faili meçhul canilerin var olduğu gibi!
Muammer Aksoy’un pusuya düşürülüp, haince öldürülüşünün bugün 27’inci yıl…
Yani bundan 27 yıl önce 1990 yılının son günü olan 31 Ocak tarihinde pusuya düşürülerek öldürüldü…
Peki kimdi bu yaşama hakkı verilmeyen Muammer Aksoy?
Kurtuluş Savaşının ön yıllarında, yani 1917 yılında dünyaya gelmişti.
Cumhuriyetin ‘Kuruluşunun’ ilan edildiği tarihte 6 yaşındaydı…
Çocukluk ve eğitim yıllarında Mustafa Kemal Atatürk’ü çok yakından tanıdı…
Belkide ileri yaşlarda yanıp-tutuşacağı ‘Atatürk Sevdası’ bundandı!
Üstelik ülkemizin en ünlü ve hatırı sayılır hukukçularındandı…
Hukuk fakültesini, çok sevdiği lideri Mustafa Kemal’in ölümünden bir yıl sonra, yani 1939 yılında bitirdi…
Zürih Üniversitesinde Hukuk ve Devlet Bilimleri Fakültesinde doktora yaptı…
Türkiye’ye döndüğünde İstanbul Üniversitesinde Asistanlık ve daha sonra Ankara Üniversitesinde ‘Öğretim Üyeliği’ yaptı…
1957 yılında dönemin iktidarı Üniversitelerde yaptığı değişikliklerin Üniversitelere zarar verdiği gerekçesiyle Üniversiteden ayrıldı..
1960 yılında profesör olan Muammer Aksoy, her ne kadar 12 Mart Muhtırasında ‘Dev-Genç Davasından’ tutuklanıp içeriye atılsa da, ömrünü hep Atatürkçü mücadeleden yana vermiştir…
Yaşamının için hep pozitif bilim ve çağdaşlıktan yana dolduran bu değerli bilim adamı; Atatürkçü Düşünce Derneğinin kurucularından olup, başkanlığı yapmış ve onun ilkelerini yurdun dört-bir köşesine taşımak için gecesine-gündüzüne katmıştır…
12 Eylül yönetimden sonra sıkça gündeme getirilen ‘Türban, Şalvar ve tesettür’ gibi tartışmaların bolca yapıldığı bu tarihlerde Muammer Aksoy,her zaman düşüncesini en yüksek sesle ifade etmiş ve türban tesettür gibi giyim-kuşam biçimi ‘siyasi bir simge’ olarak kullanıldığı için hep karşı çıkmıştır…
Ve alenen karşı çıktığı içinde bol-bol tehdit almıştır!
Takvim yaprakları 31 Ağustos tarihini gösterdiği günün akşamı ise ünlü Hukuk Profesörü Muammer Aksoy, Atatürkçü Düşünce Derneğindeki çalışmalarını bitirip, eve gitmeye karar verdiğinde onu bilinmeyen bir numaradan ararlar ve hemen kapatırlar…
Muammer Aksoy hoca ise “Acaba kim aradı?” ve ” Telefonu açıp da, hemen niye kapattılar ki?” gibi düşüncelerle evine doğru yol alırken, pusuya yatmış hainler aslında onu bekliyorlardı…
24 numaralı apartmanın kapısından içeri girer-girmez, ardı-ardına silahlar patlamaya başladı…
Ve bu pusudan atılan hain kurşunlar bir bilim adamının canını aldı!
Ardından daha sonra bu eylemi farklı aralıklarla, farklı İslami Örgüt olduklarını iddia eden örgütler aramaya başladı…
Belki de bu taktik bir hedef şaşırtmaktı!
Ve bu olayında faili meçhul kaldı!
Kalmak zorundaydı!
Çünkü benim bu güzel ülkemde doğmak zor ölmek kolaydı!
Fakat kim ne düşürürse düşünsün; Muammer AKSOY unutulmadı..