Yeniden Mü’min Olmak

Yeniden Mü’min Olmak

Geride bıraktığımız asır içinde, zihin ve gönül dünyamızda vuku bulan müthiş değişimler neticesinde, itikâdi sahada büyük sapmalar oluştu; onarımı zor hasarlar meydana geldi.  Hak ile bâtıl ve haram ile helâl arasındaki ince ve hassas çizginin renkleri donuklaştıktan sonra, bir takım Müslümanlar “değişim” sınırlarını hızla ve kolayca aşarak, adeta “dönüşüm”e uğradı. İnanç dünyamızdaki bu dönüşüm ve yıkım, ahlâkî ve amelî olarak hayata yansıyınca, bu günkü “sinir bozucu” ve “mide bulandırıcı” olumsuz ve korkunç tablo ile karşı karşıya kaldık.

Ve nitekim, hayata uygulanacak model ve prensipleri Kur’an ve Sünnette araması gereken Müslümanlardan bazıları, kurtuluşu Brüksel’de, Vaşhington’da, Moskova’da, Paris’te,  Londra’da, Pekin’de veya bunlara benzer diğer bölgelerde arama yanılgısına düştüler. Dolayısıyla, Allah ile olan irtibatta “arızalar” oluşunca da mağlubiyet, mahkûmiyet, zillet, esaret ve perişanlık arka arkaya yağmur olup, semadan üzerimize yağmaya başladı. Engelleyebilene aşk olsun! Başımıza gelen musibetler, ellerimizle yaptıklarımızın karşılığıdır, inansak ta inanmasak ta emr-i ilâhi budur, hikmet-i ilâhi de budur.

Uzaklara gitmeye gerek yok, yakın çevrenize dikkatle bakarsanız göreceksiniz ki, bazı insanlar hem Allah’a inandığını beyan ediyor, hem de Allah’a isyanı adet haline getirmiş, bunu da marifet kabul ediyor! Nice insanlar Kur’an-a iman ettiğini söylüyor ama inandığı Kur’an-ın hükümlerine itiraz hatta isyan ediyor. Yetmezmiş gibi “nefsinin ve aklının arzu ve isteklerini” ilahlaştırmada ve öne çıkarmada bir sakınca da görmüyor. Nice zavallılar mevcut ki, Peygambere iman iddiasından vazgeçmiyor, ama Peygamber(SAV)in yaşadığı hayatı ve öğretilerini, nasihatlarını tahkir ediyor, acımasızca eleştiriyor, hem de “edep sınırları”nı aşarak. Ehlinin mâlûmudur ki, İslam’da ve Kur’an-da böyle bir “Müslüman profili” yoktur, olamaz. Ne olacak bizim halimiz, söyler misiniz Müslümanlar? Delikanlılık, mertlik ve dürüstlük onu gerektirir ki, Mevlana Hz.nin ifadesiyle, “insan ya göründüğü gibi olmalı, ya da olduğu gibi görünmeli”dir. Aksi halde, insan sadece kendisini aldatır ve kendine yazık eder. Havanda su dövülemeyeceğini anlamayana ne söyleyebilir siniz ki!

İyi de, bu noktaya nasıl gelindi? Sebepler fazla, ama ancak birkaç tanesine değinme imkânımız var. Cumhuriyetin ilanından sonra, yeni rejimin korunması adına dini tedrisat yasaklanmış, buna muhalif olanlar baskı ve şiddete maruz kalmıştır. 1946 dan sonra ihtiyaca binaen getirilen bazı serbesti neticesinde, uygulamaya konan sınırlı dini eğitim yeterli, samimi ve sıhhatli olmadığından, istenilen netice elde edilememiştir. Dolayısıyla insanlarımız dini öğrenme ihtiyacını ehil olmayan kişilerden ve usulüne uygun olmayan yöntemlerle telafi etmeye kalkıştığından, bu alanda tam bir kargaşa ve karmaşa yaşanmıştır. Netice itibarıyla, Müslümanların hayatında iman esasları etkileyici olması gerekirken, bu dönemde bid’at ve hurafelerin, kulaktan dolma asılsız bilgilerin ölçü olarak rağbet gördüğüne, sap ile samanın birbirine karıştırıldığına tarih tanıklık etmektedir.

Dost acı söyler ama gerçekleri haykırır. “Ben Müslüman’ım, Allah’a iman ederim ama günlük işlerime Allah’ı karıştırmam” diyen insanlarımız bu noktaya durup-dururken veya kendiliğinden gelmedi. Son zamanlarda türeyen, bir takım odakların kontrolünde olduğu da bilinen bazı “reformcu”ların; “dinde yenilikçi”lerin bu yıkımdaki rolünü göz ardı edemeyiz. Görsel ve yazılı medyada arz-ı endam eden bazı markalı insanların abuk-sabuk hezeyanları, ehl-i sünnet itikadına aykırı görüş ve beyanatları insanlarımızın kafalarını haddinden fazla karıştırmıştır. “Mezheplere gerek yok, İlm-i hâl kitaplarını imha etmek gerekir, bize Kur’an yeterli başka şeye itibar etmeyin…” şeklinde görüş serdeden bu “hidayeti kararmış”ların vebalini dağlar-taşlar dahi taşıyamaz olmuştur. Üç kuruşluk dünya menfaati uğruna, âhiretini berbâd eden bu zavallı “piyon”lara acımaktan ve dua etmekten başka yapılacak başka bir şey yok. Tabii ki, şerlerinden korunmak için tedbir almayı da ihmal etmemek gerek.

“Dinler arası diyalog” denilen “Vatikan” menşeli projede “misyon” üstlenen, görev alan kişi, kurum, cemaat ve mihrakların faaliyet ve çalışmaları da, manevi çöküntünün önemli unsurlarındandır. “Yahudiler ve Hrıstiyanlar da Müslümanlar gibi Cennet’e gireceklerdir. Üç din de Hak’tır.” gibi İslam dışı fikir ve düşüncelerle Mü’minleri ifsad eden bu insanlara tepki göstermekte faydasızdır. Zira verilen tepki hoş olmayan neticeler doğurabilmektedir. Ama bir gerçeği hatırlatmakta fayda vardır. “Kur’an-ı Kerim’de Yahudi ve Hrıstiyanların kâfir olduklarını, bu nedenle ebedi kalmak üzere Cehennem’e atılacaklarını” beyan eden kaç yüz Ayet-i Celile vardır sayınız ve “ başkalarını Cennet’e sokalım derken kendinizi Cehennem’e hazırlamayınız.” Şeklinde ikaz görevimizi ifa etmiş olalım. Adama sorarlar: “Madem ki ehl-i kitap Cennet’e gidecekti, o halde Kur’an-ı Kerim neden inzal edildi? Bununla birlikte son on beş yıl içinde iktidar sahiplerince yapılan manevi tahribatı, haram-helâl çizgilerinin karmaşık hale getirildiğini, İslam’a bakış açısının değiştirildiğini, ideal ve hedefteki olumsuz sapmaları ve negatif gelişmeleri de zikretmemiz elzemdir.

Netice itibarıyla, bilgisayara virüs bulaşmışçasına beyinlerimizi şirk, nifak ve inkâr mikrobu işgal etmiştir. Proğrama bulaşan virüsü temizleyip atmadan, bilgisayarı verimli şekilde kullanmamız nasıl mümkün değilse, beyin ve kalplerimizdeki bu mikropları da temizleyerek, yeniden iman etmedikçe Allah’a, rıza-i bâri’ye ulaşamayacağımızı da bilmemiz gerekiyor. “Şeytanların işgaline uğrayan kalpte Allah inancını barındırırım diyenler yalan söylerler ve ancak kendilerini aldatırlar.”

O halde Mü’minler! Geliniz, yeniden Mü’min olalım ki, hakiki ve samimi Müslüman olmak için yolumuz açılmış olsun. Bu noktada Nisa Suresi’nin 136. ayetini hatırlayalım: “Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman ediniz…” Ayet-i Celile “ey insanlar diye değil, ey iman edenler” diye başlıyor, aradaki hassas noktaya dikkat edelim. Karanlık geçmişimize sünger çekerek, tecdid-i iman ile hayata yeniden ve sıfır noktasından başlama imkânımız her zaman vardır. Bu fırsatı tepenler, keşkelerin geçer akçe olmadığı o günde, Mahkeme-i Kübra’da perişan olurlar, böyle biline.

Selam ve dua ile…

Sosyal Medyada Paylaşın:
Sonraki Yazı

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?