SÖZÜNDE DURMAK…!

SÖZÜNDE DURMAK…!

Söz verip sözünde durmama davranışı ilk yaptığında -ya da yapmadığında- anında uzaklaşılması, araya mesafe koyulması hatta mümkünse terkedilmesi gereken insan çeşididir.
Biraz daha insaflı olunursa üst üste iki sözünde durmayan zat istatiksel olarak yüzde 70 sözünde durmayacaktır ilerleyen zamanlarda. Güvenilmez ve inanılmaz bir insan olduğu için kendisinin yokluğu bir kayıp sayılmayacaktır emin olabilirsiniz insanlar farkında olmaz, onlar için çok ufak bir şeydir.
Sözünde durmayı senet sayan sözünün eri insanı çok acıtır. Muhakkak ki geçerli nedenleri vardır. Ama benim gibi düz bir adamsanız bu sizi kırar.
paranoyalara baslarsınız. Bir daha söz verdiğinde tutacak mı diye düşünüp durur, türlü türlü senaryolar üretirsiniz. Bu içinizi yerken kaçırdığınız bir sürü güzel an vardır belki de. Bu durumda kendini küçülten sözünde duramayan insan zekilikten ziyade hasta bir insandır. Sözünün eri olmak er kişi işi ilken Topluluk olarak yalan gayyasında boğulmaktayız.
Bizler, henüz peygamberlik verilmeden evvel verdiği sözde durduğu için kendisine “Muhammedül emin” denilen bir Peygamberin ümmetiyiz.
Rahmetli Mehmet Akif, “Ben size bir söz verdim mi, söz verdiğim yere gelmedim mi, siz gelin benim cenazemi kaldırın. Bilin ki ölmüşüm” dermiş.
Nitekim kendisinden 15 yaş küçük şair arkadaşı Mithat Cemal Kuntay’a, Üsküdar’da kendisini ziyaret edeceğine dair söz veriyor. “Pazar günü saat 10’da sizdeyiz” diyor.
O gece şiddetli rüzgâr ve soğuk sebebiyle denizden ulaşım kesiliyor. Karşı kıyıda oturan Akif için Mithat Cemal’i ziyaret etmesinin imkânı yok. Mithat Cemal camdan bakıyor, ortalıkta kimse gözükmüyor. “Bu havada mümkün değil gelemez” diye düşünüyor.
Lakin saat tam 10’da kapısı çalınıyor. Kapıyı çalan Mehmet Akif’tir. Mithat Cemal Kuntay hayretler içeresinde, “Nasıl gelebildiniz?” diye sormadan edemiyor.
Evet, insan sözünde durmalı. Hatta hayvana, bitkiye karşı verdiği sözde bile durmalı. Belki tuhaf gelecek amma gölgesinde oturduğunuz bir ağacın yanından ayrılırken, “Seni ziyarete yine gelirim” derseniz, o ağacın sizi beklemeyeceğini zannetmeyiniz. Siz ağaca da olsa bir söz verdiniz ve bu söz Allah (c.c.) huzurunda kayda geçti. Ciddi bir mazeretiniz olmadığı sürece verdiğiniz bu sözü yerine getirmek zorundasınız.
Peygamberimiz, “Söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun” der, bizler de sözünde durmayan insanlar olursak bu Peygamber’den nasıl şefaat bekleyebiliriz?
Allah resulü “Dört şey münafıklık alametidir. Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak!” demişken biz “sözünde durmayan yalancılar” olmalı mıyız?
Kur’an, Peygamberine ve onunla birlikte bulunanlara (bugün bizlere), “Emredildiğin gibi dosdoğru Ol (Hûd, 112)l” ikazında bulunmuştur.
Velhasıl “yalancının” Allah ve Resulü yanında bir kıymeti, kul indinde bir itibarı yoktur. Dini hassasiyetimiz olmasa bile bize yalancı denilmesi iyi bir şey mi?
Sosyalistsen “yalancı sosyalist”, devrimci isen “yalancı devrimci” komşu isen, “yalancı komşu” tüccar isen “yalancı tüccar” siyasetçi isen “yalancı siyasetçi” olmak utanç verici değil mi?
Biz yeterince “doğru olamasak” bile Allah’a şükür çevremizde birkaç “yalan söylemeyen” ve “verdiği sözde duran” örnekler var da bu bize teselli oluyor. Yalandan kurtulamadığımız ve verdiğimiz sözde durma alışkanlığı edinemediğimiz sürece başımız dertten kurtulmayacaktır, buna inanalım…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?