KÖY ENSTİTÜLERİ NİYE AÇILDI DAHA SONRA NİYE KAPATILDI

KÖY ENSTİTÜLERİ NİYE AÇILDI DAHA SONRA NİYE KAPATILDI

Önce şu Köy Enstitülerinin; “niye açıldı?” sorusuna kısaca bir değinelim ve kısaca bir tespit yapalım da, ondan sonra “niye kapandı?” sorusunun yanıtını rahat-rahat, enine-boyuna birlikte ‘yanıtını’ bulmaya çalışırız…

Tarihi vesikalara şöyle bir göz attım da, tarihi vesikalar diyor ki; “Kurtuluş savaşından çıktığımızda ve 1927 nüfus sayımına göre ülkemizin nüfusu; 13 Milyon olup, bu nüfusun yüzde 75’i köylerde yaşıyor ve aynı zamanda okuma-yazma bilmiyorlardı” diyor.

Yani daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak; 40 bin köyümüzün 35 bin köyünde okul ve öğretmen yok.

Ülkenin yüzde doksanına yakını okuma yazma bilmiyor.

Ve Mustafa Kemal cahil bırakılmış köylüye ait düşüncelerini ise sizlerinde bildiği üzere şöyle açıklıyor; “Bu memleketin asil sahibi ve toplumsal varlığımızın asıl nedeni köylüdür. İşte bu köylüdür ki bugüne kadar bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır. Bu nedenle bizim takip edeceğimiz eğitim siyasetimizin temeli, evvela mevcut cehaleti yok etmektir.”

Bu düşüncelere sahip olan Mustafa Kemal ülkenin dört-bir yanında eğitim seferberliğini başlattığı gibi aynı zamanda çağın hızlı temposuna ayak uydurmak için; aklın ve bilimin yolculuğunda eğitim yapan…

Bilimse, felsefi ve laik eğitim anlayışını içinde taşıyan…

Eğitimi üretimi için düşünen…

Feodal kör gelenekleri öteleyip, çağın evrensel değerlerini ölçü alan…

Düşünme ve sorgulama eylemini ön planda tutan…

Demokratik bir toplam yaratmak için ezberci değil, analitik düşünen bir eğitim sistemini ta 1930’lu yılların başında düşünen Mustafa Kemal ne yazık ki, düşündüğü eğitim sistemini etkili ve yetkili kurmaylarına bildirmiş, ancak ömrü düşlediği bu ‘Köy Enstitüleri’ ölümünden ancak iki yol sonra 17 Nisan 1940 yılında ve ünlü Eğitim Bakanı; Hasan Ali YÜCEL ve onun yakın çalışma arkadaşı; İsmail Hakkı TONGUÇ tarafından kurularak, köy çocuklarına kapılarını açmış ve köylere asıl ‘ışığı’ taşıyacakların yine köy çocuklarının olacağını kanıtlamışlardır adeta…

Ve (öğrencilerinin ona verdiği unvanla) Tonguç baba şöyle belirtiyor köy ve köy çocuklarıyla ilgili düşüncelerini; “Köy meselesi bazılarının zannettikleri gibi mihaniki bir surette ‘köy kalkınması’ değil manalı ve şuurlu bir şekilde köyün içten canlandırılmasıdır. Köyü öylesine canlandırılmalı ve şuurlandırmalı ki, hiçbir kuvvet yalnız kendi hesabına ve insafsızca istismar edemesin. Onu esir ve uşak muamelesi yapılmasın. Köylüler şuursuz ve bedava çalışan birer iş hayvanı haline gelmesinler. Onlarda her vatandaş gibi her zaman haklarına kavuşabilsinler. Köy meselesi bu demektir. (Canlandırılacak Köy 1939. S.88)

Şimdi buraya kadar yaptığımız özetten de anlaşılacağı üzere ülkemizin bir an önce okuma-yazma yüzdesinin çoğaltılması ve cehaletten kurtarılma arzusu içinde olması Köy Enstitülerinin kurulmasına neden olmuştur…

Ancak bu Köy Enstitüleri ki; gün geçtikçe hem kendi başına bir buyruk kesilmeye başlamış, hem de yavaş-yavaş bilinçlenmeye başlayınca hem kendisi, hem de köylüyü kişnetmeye başlamıştır!

Yani egemen güçlerin deyimi ile; “yıllarca sırtına bindikleri at kişnemeye başlamıştır!”

Bu zaman kadar her şeye boyun eğen, efendilerinin her verdiği direktife “Olur efendim, tamam efendim, baş-üstüne efendim, emriniz olur efendim” alışkanlıklarını terk etmiş ve bu köy enstitülerinin yetiştirdiği öğretmenler köye ve köylere çıkarak içinden geldikleri insanları uyandırmaya ve bilinçlendirmeye başlamış olmaları egemen güçlerin keyfini bir hayli kaçırmışlardır…

O halde bir an önce kapatılmalıdır…

Bu Köy Enstitüleri ve onların öznesi olan öğretmenler ki, köylerden sırılsıklam cahil gelip, geriye farklı bir kimlik ve önder olarak dönmektedirler…

Yani tüken değil, üreten bir kimlik olarak…

Yani ilkelliğin ve karanlığın içinde bocalayanların elinde tutup çıkaracak kadar donanımlı yepyeni bir kimlik olarak köye dönüyordu köy çocukları…

Ve köye dönen aydınlanmış köy çocukları köylüyü aydınlatıyorlardı…

Kooperatif yoluyla örgütleyip, köylüyü soygundan sömürüden, aracıdan- tefeciden kurtulmanın yolunu öğretiyorlardı…

Okullarda öğrendikleri; modern tarımı, hayvancılığı, ziraatçılığı, arıcılığı, konserveciliği, halıcılığı velhasıl kerim okulda neyi öğrendilerse köy çocukları, geriye dönünce köylüsüne de öğretiyorlardı…

Yani bir yandan gündüz okullarda çocukları eğitip-öğretiyorlar, geceleri ve tatil günlerinde ise hem köylüye okuma-yazma öğretiyorlar, hem de okullarda öğrendikleri yenilikleri öğretiyorlardı…

Ve günden-güne köylü uyanıyordu…

Fakat bu uyanıştan en çok egemen güçler ve toprak ağaları rahatsız ve mutsuz oluyorlardı…

Çünkü gittikçe saltanatları tehlikeye giriyor ve yıkılacak diye korkuyorlardı

O halde bu Köy Enstitüleri denilen okul bir kulp bulunup kapatılmalıydı!

Ancak önce bir suç öğesi bulmalı gerekiyordu…

Hiç zaman geçirmeden buldular…

Ve bu Köy Enstitülerine “Gominist yetiştiren” okul unvanın verdiler!

Dedikodu üzerine dedikodu eklediler ve sonunda 1954 yılında kapattılar…

Halbuki ne umutlarla açmıştı Hasan Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ bu okulları…

Kırk bin köye kırk bin umut olmuşlardı…

Kırk bin köyü yavaştan-yavaştan uyarmaya başlamışlardı…

Bu güzel yolculuğu sürdürebilmek için hem Hasan Ali Yücel, hem İsmail Hakkı Tonguç (Baba) gece gündüz uyumayarak adım-adım ülkenin dört-bir yanını dolaşıp, dört-bir yanını renkli bir halı gibi dokumaya karar vermişlerdi!

Hem de ailelerinden günlerce, aylarca yollarda ve hasret içinde bırakarak.

Bu son cümleden sonra en iyisi sözü Hasan Ali YÜCEL’in oğlu ve ünlü şairimiz Can YÜCEL’in dizelerine bırakarak sohbetimizi noktalayalım.

“Hayatta ben en çok babamı sevdim

Karaçalılar gibi yerden bitme bir çocuk

Çarpık bacaklarıyla-ha düştü, ha düşecek

Nasıl koşarsa ardından bir devin

O çapkın babamı ben öyle sevdim

Bilmezdi ki oturduğumuz semti

Geldi mi de gidici- hep, hep acele işi

Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi

Atlastan bakardım nereye gitti

Öyle öyle ezber ettim gurbeti

Sevinçten uçardım hasta oldum mu,

40’ı geçerse ateş, çağırırlar İstanbul’a

Bi helalleşmek ister elbet, diğ’mi oğluyla

Tifoyken başardım bu aşk oyununu

Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu

En son teftişine çıkana değin

Koştururken ardından o uçmaktaki devin

Daha başka tür aşklar,geniş sevdalar için

Açıldı nefesim,fikrim canevim

Hayatta ben en çok babamı sevdim.

(CAN YÜCEL)

——————

Köy Enstitülerinin 17 Nisan günü kutlu olsun…

Ayrıca o dönemin üretici ve devrimci eğitimcilerine de selam olsun…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?