HER ADIM’DA RADAR VAR!

HER ADIM’DA RADAR VAR!

Var sayalım ki: aracınızla kara yolunda seyr-ü sefer halindesiniz. Belirli bir noktada trafik polisleri geçen araçları durduruyor ve her sürücüye: “Hayırlı günler bey efendi. Önünüzdeki 50 km.lik mesafede gerekli tüm trafik işaret ve levhaları eksiksiz olarak, yerli yerine koyulmuştur. Ayrıca, her km.de bir radar mevcuttur. Geri dönme veya yol değiştirme şansınız yoktur. Sakın ha! Trafik kurallarını ihlal etmeyiniz. Aksi halde, ihlal ettiğiniz her kural için 50 bin TL. ceza ödemek zorunda kalacaksınız. Bununla birlikte, aracınıza el konularak, hazineye irad kaydedilecek ve sürücü belgeniz de iptal edilecektir. Hayırlı yolculuklar” diyerek, tebliğatta bulunsa ve bu durumu da sesli ve görüntülü olarak kayıt altına alsa, o yol üzerinde trafikte olan hiç bir sürücü kural ihlali yapabilir mi?

Söylenenlere bakılırsa, nüfusumuzun % 98’i veya %99’u Müslüman, elhamdülillah. Elbette Müslümanların arasında yaşamaktan memnun oluruz, gurur duyarız. Sokakta, çarşıda, tarlada, iş yerinde, resmi dairede, okulda, kışlada, kısaca her yerde ve her zaman kime sorsanız, herkes Müslüman; %1’lik gayri müslimler hariç. Eyvallah, güzel bir olay. Mü’min ve Müslüman olmanın şartları da bellidir, büyük bir çoğunlukla kime sorsanız tıkır tıkır sayarlar.

Her fırsatta diyoruz ki: Rabbimiz Allah (cc), Peygamberimiz Hz. Muhammed(SAV), Dinimiz İslam, Kitabımız Kur’an-dır. Tamam, bunlar doğrudur, güzeldir, böyle ikrarda bulunmak gerekir ki, dağlar-taşlar, çiçekler-böcekler, kuşlar-kurtlar, canlı-cansız bütün mahlukat şahit olsun, mahşerde şahadette bulunsun. Bunlarla beraber başka şeyler de söyleriz: Hayatımızın her saniyesi görevli melekler tarafından sesli ve görüntülü olarak kayda alınmaktadır, gizli kamera değil, açık ve aşikâr kamera. Yani, her adım’da radar var! İyi veya kötü her amelimizin hesabını mutlaka vereceğiz. Allah’ın yasak ettiği ve haram kıldığı fiilleri icra etmek günahtır ve bunu cezası Cehennem’e gitmektir.

Sadece yaptıklarımızdan ve söylediklerimizden değil, söylememiz gerekirken imkanımız olduğu halde söylemediklerimizden, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan da hesaba çekileceğiz. Küfre rıza küfürdür, zulme rıza zulümdür. Hakkın karşısında susan dilsiz şeytandır. Sadece kötülükleri yapmamakla değil, bununla beraber, kötülüklere mani olmak da görevimizdir. Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir, bizi aldatan da bizden değildir. Müslümanlar ancak kardeştirler…Tamam, hiç itiraz yok, eleştiri yok, teslimiyet var, sadakat var, gayret var. Öyle olması gerekir. Sadece nutuk çekmek hiç bir meseleyi halletmez, lâfla gemi yürümez…

Zina, kumar, içki, haksız yere adam öldürmek, yalan konuşmak, faiz alıp-vermek, dedi-kodu ve gıybet etmek, su-i zanda bulunmak, hırsızlık-soygun-vurgun, kul hakkı yemek, insanlara ve hayvanlara zulmetmek haramdır ve büyük günahlardandır; cezası da-Allah korusun ama- Cehennem’e atılmaktır. Tamam, hepsi doğrudur, iman prensiplerimizdir, bunlar İslam’ın olmazsa olmazlarıdır; tasdik ederiz ve onay veririz. Bunlar kaçınmamız gereken, uzak durmamız gereken hal ve hareketlerdir… Amenna ve saddekna.

Bunların yanı sıra, bir de eda etmemiz gereken, yerine getirmemiz gereken ibadetlerimiz, sorumluluklarımız vardır. Mesela namazları eda etmek, ramazan orucunu tutmak, zengin olmamız halinde zekat ve öşür vermek, Hac ve Umreyi eda etmek, Allah yolunda infak etmek, fakir-fukaraya yardımda bulunmak, güzel ahlakla mücehhez olmak, cihad faaliyetlerine bizzat iştirak etmek, bu yolda gayret göstermek…

Burada bunlara benzer yüzlerce hüküm sayabiliriz, ama meramımız bu değil. Kara yolunda seyr-ü sefer halinde bulunan ve kendisine tebliğ edilen hususlara eksiksiz riayet eden bir insan, hayatın akışı içinde

ve Allah yolunda helal-haram, günah-sevap, rahmet-azap, Cennet-Cehennem gibi kavramları hafife alıyor ve manevi işaret levhalarına gereğince riayet etmiyor. Sizce bu olayda bir gariplik yok mudur? Burada bir samimiyet eksikliği, ihsan ve ihlas noksanlığı, bir iki yüzlülük, mürailik hissetmiyor musunuz? Söyler misiniz beyler, bu ne yaman çelişki, bu ne menem anlayış, bu nasıl bir inanış?

Sözde, zikredilenlerin tamamına inanıyoruz, ama yaşadığımız hayat ne? Niçin imanımız ile amelimiz, sözümüz ile özümüz, kavlimiz ile fiilimiz, içimiz ile dışımız mütenasip değildir? Neden yaşadığımız hayat ile inanç dünyamız bir birine benzemez, neden uyum sağlamaz? Kabul etsek te etmesek te, bu işte bir pürüz var. Bir yerlerde arıza, bazı kısımlarda hasar var. Kara yolundaki trafik işaret ve levhalarına dünyevi zarara uğramamak adına ve büyük bir öz veri, inanılmaz bir hassasiyetle riayet eden, hata işlememek için kılı kırk yaran insan; ebedi alemi kaybetmemek, heder etmemek adına, sırf bu kaygılar ile Allah Yolu’ndaki işaret levhalarına niçin riayet etmez, nasıl korkusuz yaşar, neden bu kadar rahat? Hem de imanlı olduğunu, Mü’min-Müslüman olduğunu beyan ettiği halde!!!

Geliniz, gönül dünyamızda bir hesaplaşma, bir muhasebe yapalım. Herkes kendi hatalarını kendisi tespit etsin ve herkes kendi çözüm yolunu kendisi bulsun. Çünkü, herkesin durumu farklı, herkes aynı minval üzere değil. Her insanı bir kalıba sığdırmaya çalışmak haksızlıktır, zulümdür. Biz bunu yapamayız. Ama bizler, münferit olarak noksanlarımızı, hatalarımızı, kusur ve günahlarımızı tespit edip; Kur’an ve Sünnet ilkeleri dahilinde bunların telafisi konusunda çözüm bulabiliriz. Değil mi ki, Allah bir, Peygamber(sav) bir, Kitap bir; o halde problem nerede?

Selam ve dua ile…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?