HEM NALINA HEM MIHINA

HEM NALINA HEM MIHINA

Bizler Müslümanlar olarak günde beş vakit ve kırk rekât namaz kılarız. Kılarız, çünkü bu Allah’ın emridir, İslam’ın olmazsa olmazıdır; namazsız Müslümanlık olmaz. Bizler namaz kılmaya mecburuz, mahkûmuz. Hadis-i Şerif’lerde:“Namaz dinin direğidir. Namaz Cennet’in anahtarıdır. Namaz ibadetlerin özüdür. Namazı olmayan dinde, namaz kılmayan mü’minde hayır yoktur. Namazsız din başsız gövde gibidir. Mizan’a konulacak ilk amel namazdır.”buyrulmaktadır. Biz Müslümanlar namaz kılarız, çünkü namazsız geçen ömrü zarar biliriz.

Biz Müslümanlar namaz kılmasına kılarız da, diğer ibadetlerde olduğu gibi namazımızda da ibâdet zihniyetinden çok, adet zihniyeti ağırlığını daima hissettirir. Hülasa öbür ibadetlerimizin de namazlarımızın da ne anlama geldiğinden çok fazla haberimiz olmaz. Bu durum, elbet bütün Müslümanlar için değil, bazı Müslümanlar için geçerlidir, ama acı bir vakıadır, inkârı kabil olmayan bir gerçektir. Birçoğumuz fiziki kural ve kaidelerine uygun olarak ibadet ederiz, ama ibadetlerin amacından, hikmetinden, faziletlerinden, neden ve sonuçlarından fazla haberdar değiliz. Bu sebeple de, neticeye ulaştığımızı söylemek epeyce zordur.

Ankebût Suresi’nin 45. ayetinde:“ Sana vahyedilen kitabı oku, namazı kıl. Muhakkak namaz, hayâsızlıklardan ve (her türlü) kötülüklerden alı kor…” buyurulmaktadır. İstisnaların kaideleri bozmayacağını hatırlatarak belirtmeliyim ki, bizler namazlarımızı eda ederiz, fakat kötülüklerden ve günahlardan da geri kalmayız. O halde, demek oluyor ki bir yerlerde arıza var, eksiklik var. İbadetleri ifa etmenin bir amacı ve gayesi vardır. Eğer bu amaç hâsıl olmuyorsa, sebeplerini araştırmak ve gereken tedbirleri almak gerekir. Böyle olmazsa, yapılan ibadetler Arş-ı Ala’ya ulaşmaz, havada asılı kalır. İçler acısı halimizin en önemli sebebi budur. İfa ettiğimiz ibadetlerimizin meyveye dönüşememesinin sebepleri elbette çoktur. Bu bağlamda şuursuzluktan söz edebiliriz; ihlâs eksikliğinden, tembellikten, cehaletten ve sair nedenlerden bahsedebiliriz. Ama en önemli sebep, ibadet esnasında okuduklarımızın anlamlarını bilemiyor oluşumuzdur. Tabir caizse, ağzımızdan çıkanları kulaklarımız duymuyor, bu nedenle ibadetlerimiz kadük kalıyor, atılan oklar hedefini bulmuyor.

Bir kısım insanlardan negatif anlamda eleştiri alma pahasına da olsa, müşahhas bir misal ile konuya açıklık getirmekte fayda vardır. Bizler namazlarda okuduğumuz ayet, hadis ve duaların anlamlarını bilemeyiz; ama öğrenmek için bir çaba da göstermeyiz, maalesef. Mesela Fatiha Suresi’nin anlamını yüz kişiye sorsanız 3-5 kişiden doğru cevap alamazsınız. Hâlbuki Fatihasız namaz olmaz. “Allah(c.c) günde kırk defa bu sureyi okumamızı niçin emreder, hikmeti nedir, ne mesaj veriliyor, bunları fazla kale almayız. Bu nasıl namaz, bu nasıl ibadet, bu nasıl bir Müslümanlık?

Misali biraz açalım; Fatiha Suresi’nin 6. ve 7. ayetlerinin meali şöyledir: “ (Allah’ım) Bizi sırat-ı müstakim üzere hidayete erdir. Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna eriştir, gazaba uğrayan ve sapıtanların yoluna değil.” Tefsir âlimlerimizin açıklamalarına göre, ‘kendilerine nimet verilenler’ peygamberler ve onların yolunda gidenlerdir. Gazaba uğrayanlar Yahudiler, sapıtanlar ise Hıristiyanlardır. Bazı Müslümanlar camilerde namazlarını eda ederler, Fatiha’yı okurlar veya imam okuduğunda ÂMİN derler. Ama namaz bitiminde, cami avlusunda ya da günlük hayatta sohbet ederken “Avrupa Birliğine giremezsek mahvoluruz, kalkınamayız, fakir kalırız…” gibi ipe sapa gelmez laflar ederler, ahkâm keserler. Gaflet midir, cehalet midir, ihanet midir bilinmez. AB Hıristiyanların oluşturduğu, Yahudilerin de etkin rol oynadığı bir birliktedir. Onlar gibi düşünecek, onlar gibi yaşayacaksak, Müslüman olmamızın ne anlamı var, söyler misiniz beyler?

Bilim, teknoloji, sanayi, ticaret, diplomasi ayrı şeylerdir ve bu yazının konusu değildir. Hayat modeli ve dostluk hususunda gayri Müslimlerle münasebetlerimize yön veren bazı ayet meallerini sizlerle paylaşmak istiyorum. “Dinlerine uymadıkça Yahudiler de, Hıristiyanlar da senden asla razı olmazlar. De ki: doğru yol ancak Allah’ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyarsan, andolsun ki, Allah’tan sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.”(bakara, 120)  “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Zira O’nlar birbirinin dostudur. İçinizden onları dost edinenler onlardandır…”(Maide,51) “ Ey İman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız, imanınızdan sonra sizi yeniden küfre döndürürler.”(Al-i İmran,100) “Mü’minleri bırakıp ta kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet ancak Allah’a aittir”(Nisa,139)

Batıya ve batıla olan imanı, İslam’a olan imanından ağır basan, bir takım menfaatler uğruna kurda kuşa yem olan, ibadetinden-namazından bihaber şu zavallı, cahil ve gafil sözde Müslümanların perişan halini tahlil etmekte epeyce zorlanıyorum; bunu itiraf etmekten de çekinmiyorum. Lafla peynir gemisinin yürümediğini birbirimize hatırlatmaya gerek var mıdır? Müddei, iddiasını ispat etmekle mükelleftir. “Para ile imanın kimde olduğu bilinmez” tezi biraz eskidi, demode oldu. Neden mi? “Görünen köy klavuz istemiyor, testinin içinde ne varsa dışarıya o sızıyor.” Hakiki Müslüman arzu ve isteklerini değil, Kur’an-ı ve Sünneti ölçü almalı ve hayat modelini bu ölçülere göre şekillendirmelidir. Hem nalına hem mıhına vurmak bizim işimiz olmamalı, olamaz. Birbirimizi aldatmaya çalışmak yerine, samimi olmaya gayret edelim.

Selam ve dua ile…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?