ÇOCUKLUĞUMDAKİ RAMAZANLAR

ÇOCUKLUĞUMDAKİ RAMAZANLAR

İnsan en fazla çocukluğunu hatırlar. Hayatımızın o kısımlar saf ve temizdir.

İlk ramazan hatıram eski taş evimizde olmuştur.Köylü ramazan yaklaşırken,ekstra bir hazırlık yapmıyordu.Rahmetli babam da tüm akraba ve komşularımız gibi ramazan yaklaştığında eve ufak bir beyaz un çuvalı alırdı.Anam bu undan önce yufka açar,sonra yufkaları ince ince keserek “kesme makarna” yapardı.Tüm hazırlıklar yufka açmak,makarna yapmaktı.

Bir sahur gecesi annem, babam sahur için kalkmışlar.Annem makarna haşlıyor,babam da ocak başında postuna oturmuş onu bekliyordu.Biz ablamla “yanık oda” denilen daracık bölümde serili yatakta nenemle birlikte yatıyorduk.Evimizin bu odadan başka 12 metrekarelik bir yatak odası, birde içeri denilen aşanası vardı. Aşanamızda yere gömme taş ocak,terek musandıra,musluk (musluk giriş kapısı ağzına betondan dökülmüş su akağı ve kedilerin girip çıkması için bırakılmış “kösmelik deliği olan kısımdı) ve oturmak için “tahta üstü” dediğimiz kısımlar bulunuyordu.Büyük yatak odamızda anam ve babamın yanında 5 çocuk birlikte kalıyordu.Onlar birer yaş ara ile küçücüktüler.

Haşlanmış kesme makarnanın üzerine dökülen yanmış tereyağın kokusunu alan nenem; usulca yanımızdan kalkarak içeri geçti.Ablamla biz de bu anı bekliyormuşuz.Ardından bizde kalkıp odanın kapısına dikildik.Babam bizi görünce, anasına bir şey diyemedi ama büyük bir sahan içinde haşlanmış ,yağlanmış ve şerbetlenmiş makarnayı eline alıp musluk tarafına doğru fırlatıverdi.Evde tıs yok.Herkes korkudan yatağa koştu.Rahmetli evini geçindirmek için her gün çalışmaya gidiyor ve çok ağır işlerde çalışıyordu.O gece rızkını bizlerle paylaşmak istememişti.

Sahura kalkmaya korkan biz çocuklar iftar vaktini bekliyorduk.Mahallemizin ortasında bulunan Nasuhlu Kıranı hem Eynesil’i,hem de güneşin batışını net görüyordu.Bu yüzden yakın komşu ve akrabalarımızın oruç tutan erkekleri iftara bir saat kala buraya gelip topun atmasını bekliyordu.Bazen 20 kişi oluyorlardı.Bizlerde en az o kadar çocuk,yanlarında dinelip onların konuşmalarını ve yaşanmış hikayelerini dinliyorduk.

Oruçlu olanların el ve ceplerinde çoğu zaman bir parça ekmek,bir elma ve mevsimine göre taze meyve bulunurdu.Yeleklerine asılı zincirlere takılı saatlerini ikide bir çıkarır,kapaklarını kaldırır birbirleri ile dakika yarışına ve saat kalitesi gırgırına tutuşurlardı.O zaman öğrendim.En dakik köstekli saat arkasında “Demiryolları” resmi bulunan saatler imiş.İftar yaklaştıkça keskin uçlu çakılar çıkar meyveler soyulurdu.Eynesil’de topun atması ve minarede ışığın yanması ile oruçlar bozuluyordu.Önce birer birer biz çocuklar koşarak,sonra yetişkinler evin yolunu tutardı.

Bize o çağlarımızda oruç tutturmazlardı.Sadece Kadir gecesinin gününden itibaren,sonuna kadar 4 gün oruç tutmaya alıştırılırdık.

Akşam yemeklerinde pancar çorbası,varsa etli patates yemeği,kuru fasulye,turşu kavurması,bulgur pilavı ve içine mısır ekmeği doğranmış yoğurt katkılı ayran yerdik.

Ben lise bitirinceye kadar Eynesil ekmek fırınlarında yapılan çanakta pişmiş güveç yemedim.Bizim güveç bildiğimiz ev ocağında pişmiş ve çalparada kaynatılan etli,pirinçli patates yemeği idi.Eğer fırın çanağında pişmiş güveçten bir tadarsanız,müptelası olursunuz.

Yatsı vakti köyün oruç tutan tüm erişkin erkekleri evlerinde kullandıkları koyun postlarını da alarak,”Teravih Namazı”na giderdi. Köyün camisi olmadığından namazı “mektep tamında” kılıyorduk. Duvarları karataştan örülü bu yapı 40 metre karelik bir odaydı. Minaresi yoktu Kapısında bulunan hurma ağacına derme çatma merdiven çakılmıştı. İmam ezanı bu ağaca çıkarak okuyordu.İçi tahta döşeli olan mektep tamının içinde eski ve ince bir kilim serili idi.Bu yüzden herkes oraya postu ile geliyordu.Namazda önde bulunan erkeklerin arkasındaki boşlukları biz çocuklar dolduruyorduk.Büyükler bizi namaz kılmayı öğrensinler diye götürüyordu.Ama onlar secdeye gidince bizlerde birbirimizi dürterek pıskırık ve gülme krizi tutuluyorduk.

En sevdiğimiz gece mevlit okunan Kadir Gecesi idi.Çünkü o gece şeker ve pide dağıtılıyordu.Ancak bir korkumuz vardı.Köylümüz olan Sinan Öğretmen o gece mevlide gelmişse, ertesi gün hepimizi bir güzel tokatlıyordu.

Teravihten sonra mahalleli çocuklar tenekeden yaptığımız davullarımızı yanımıza alarak “tömbelek”e çıkıyorduk. Bazen yağmur yağsa bile her gece sahura kadar kapı kapı dolaşıyorduk.Eğer yanımızda büyüklerden biri varsa Ambarlı ve Seydamet köylerine dahi gidiyorduk.Bazıları bozuk para,bazıları şeker,bazıları un helvası veriyor.Bir kısmı da üzerimize kaynar su serpiyordu.Şekerleri emer,helvaları eve getirirdik.

Tömbeleğim ekim büküm.

Var sır sırtımda davul yüküm

Gece geldim kapınıza.

Bastım cıvık bo..nuza

Şekerim var ezilecek.

Kıl elekten süzülecek.

Verin verin gidelim,

Çok yerler var gezilecek.

İstanbulun minaresi,

Doksan dokuz pençaresi,

Hanımlar çıkmış seyrana,

Yandıda pilav tencaresi,

Patlıcanı haşladılar,

Döndermeye başladılar.

Cami yanından geçerken,

Fenerimi taşladılar.

Ocakbaşında maşa ,

Kaldırıp vurdum taşa.

Bir yirmibeşlik verirsen,

Senin adın Enver Paşa.

Buna benzer onlarca mani söyleyip harçlığımızı çıkarıyorduk. Toplanan paranın en büyüğü 25 kuruştu. Bize delikli on ve beş kuruşlar bile verenler oluyordu.

Bir iki defa babamın peşine takılıp Eynesil Merkez Camisinde teravih namazına gittim. Cami bana saray kadar büyük gelmişti. İçinde yanan lambalar ve güneş gibi parlayan,ışıklara hayran kalmıştım.O zamanlar köyümüzün yolu ve elektriği yoktu.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?