CEMAAT, TARİKAT, İRTİCA

CEMAAT, TARİKAT, İRTİCA

Cemaat; “ibadet amacıyla bir araya gelenler”, Tarikat; “Yol, Allah’a ulaşılan yol”, İrtica; “geri dönücülük, eskiye dönmeyi istemek” anlamında kullanılır.

Daha öncelerini bir yana koyarsak, Osmanlı döneminde tüm padişahlar tasavvuf ile ilgilenmiş, her biri evliya adı verilen din âlimlerinden ders almışlardır.

Padişah ve halkın çoğunluğu Halveti, Nakşi ve Mesnevilik olarak ayrılan tarikatların mensubu idiler. Bu bağlılık, “Özgün düşünce ve inanç hareketi” olarak değerlendirilmekteydi.

Osmanlı İmparatorluğu, feodal bir din-tarım toplumu idi.

Türkiye Cumhuriyeti ise, çağdaş ve laik bir yapıya sahip devlet olarak kurulmuştu.

Devletin yapısı hukuk aracılığı ile çağdaşlaşmayı hedef belirlemiş olmasına karşın, zaman zaman sekteye uğratılsa da, toplum yapısını değiştirmek çok kolay değildi.

Öncelikle Doğu ve Orta Anadolu olmak üzere, katı bir biçimde toplumsal yapıyı sarmalayan dinci feodal yapı; aşiret, toprak ağaları, cemaat ve tarikatlar aracılığı ile topluma egemen oldu.

“Şıh, şeyh, seyid” unvanları verilen toprak ağaları, hem üzerindekilerle birlikte on binlerce dönüm toprağın sahibi, hem de ölümden sonraki dünyanın temsilcisi idi.

Çoğunlukla inanç, güç istismarı yaptılar.

Onlar, yüzlerce yıl önceden gelen din, mezhep, cemaat, tarikat, aşiret, şeyh, şıh, feodal yapı düzeninin sürmesini istediler.

Yurttaşların din duygularını sömürerek, ekonomik ve siyasal alanlarda büyük bir güce sahip olan feodal yapı, cumhuriyet kurulduğundan bu yana Türk siyasetinde etkili oldu.

Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren devlet rejimini dini ilkelere göre yönetmek için çaba gösterenlere karşı yasal önlemler alındı.

30 Kasım 1925 yılında çıkan yasa ile tekke, zaviye ve tarikatların yasaklanmasıyla mücadele başlatıldı.

Çok partili düzene geçildikten sonra, sağ gelenekten gelen partiler bu istismarın meyvelerini toplamak için tarikat ve cemaatlere yakın davrandılar.

O gruplar ise, her alandan destek alarak siyasal ve ekonomik güce ulaştılar.

Toplumun refah payının artmaması, yoksunlaşma, yoksullaşma hep işlerine geldi.

Irkçı, dinci kimlikler sarmalında zayıflayan yurttaşlık bilinci, bireyin tebaa olma, çaresizlik duygusuyla güçlüye, saldırgana teslim olma eğilimini yerinde kullanan tarikat ve cemaatler, meydanı da boş bulma fırsatı ile müritlerini çoğaltmada başarılı oldular.

Yoksul insanlar daha güçlü görünmek için onların şemsiyelerinin altına sığındılar.

En yetkililer bile bu kör inançlara karşı sesini yükseltmedi, bunu fırsat sayanlar din eksenli bir yapılanmaya girdiler.

Yeri geldiğinde, biz “tarikat” değil “cemaat”iz dediler, mevcut örgütlerini korudular.

Bu durumu en iyi değerlendiren ilkokulu dışarıdan bitiren Fetullah Gülen oldu.

Böylece, Nurcu Cemaati’nin kolu olan Gülen Cemaati’nin temelleri atıldı.

Bu cemaat her geçen gün daha da gelişti, güçlendi, toplumda yer edindi.

Öncelikle siyaset, hukuk, bürokrasiyi etkisi altına aldı.

Adına cemaat ve tarikat denilen, aynı camide ibadet etmeyecek kadar birbirlerini sevmeyen, gizli düşmanlık besleyen yapılanmalar siyaset ve ticarette etkili oldular.

Fırsatları değerlendiren Gülen Cemaati, Türkiye’nin tüm düzenini biçimlendirmeye başladı ve ülkenin düşünce düzenini derinden etkiledi.

Siyaset, medya, yargı, asker, eğitim ve diğer tüm alanlarda söz sahibi oldu.

Adına “hizmet hareketi” koydu, destek aldı, inandırdı, aldattı ve kandırdı.

Diğerleri hariç hâkim, savcı, rütbeli asker, akademik unvanı profesör olanlar bile bu zihniyetin esiri olup, bağımlı duruma geldiler.

Türkiye Cumhuriyeti rejimine yönelik 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıkan FETÖ çökertilmiş, ancak tehlike henüz sona ermemiştir.

Bir ülkenin sadece silahla işgal edilmesine gerek yoktur.

Bazen zihinler teslim alınarak, ülke kendi üstünlüğü ile hareket etme olanağından yoksun bırakılır.

Bireysel özgürlüklerini cemaat ve tarikatlara teslim ederek biat kültürüne teslim olanlar, Allah’ın Kuran’ı üzerine, bağlı bulundukları yapının düşüncelerini oturtmuşlardır.

Onlar emir kulu, düşünce üretmekten yosun, aklını kiraya vermiş olanlardır.

Bağlı bulundukları tarikat ve cemaatler aracılığı ile dinin özünden uzaklaşan, temel ilke ve felsefesini algılayamayan, aykırı davranışlarda bulunanlar Hak yolundan ayrı düşenlerdir.

Zihinleri işgal edilen, irticacı diye tanımlanan bu tipler hep tehlikeli olmuşlardır.

FETÖ yok olup gitti, her şey normale döndü anlayışı yanıltıcı olacaktır.

Geride, yaratılan boşluğu doldurmaya çalışan, oralara göz koyan rejim düşmanı birçoklarının bulunduğu göz ardı edilmemelidir.

 

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?