BU ÇİZGİLER  KIRMIZI

BU ÇİZGİLER  KIRMIZI

 

Siyaset bilimciler siyaseti “insanları yönlendirme ve yönetme sanatı” olarak tarif ederken; din bilimciler de dini, yani İslâm’ı “(dünya ve ahiret saadeti için) insanları yönlendirme ve yönetme sanatı “ olarak tarif ederler. El hak bize göre ikisi de doğrudur. Anlaşılacağı üzere, “dinde siyaset yoktur, din ayrı dünya ayrı, din ayrı devlet ayrı, dini siyasete alet etmeyin vs.” ifadeler cehaletin ürünü değilse, gafletin sonucudur. Eğer ikisi de değilse ihanetin neticesidir ki, o zaman durum daha vahimdir, nefis muhasebesi gerekir, hatta tevbe istiğfar, belki de tecdidi iman, kim bilir…

Bizler  Mü’min oluşumuzun gereği olarak, İslâm’ı sadece dua, zikir ve ibadetlerden müteşekkil bir din değil; hayatın tamamını kapsayan, 24 saatin her anına müdahale eden bir hayat ve aksiyon dini kabul ederiz. Onun içindir ki, “ibadetlerimiz siyaset, siyasetimiz de ibadettir.” Kur’an-ı Kerim’i mezarlıklarda ölülere okunan veya hastalara şifa için okunan kitap olmaktan ziyade(ancak bunlarda doğrudur, gereklidir) dirilere hitap eden Hayat Rehberi olarak kabul  ederiz, böyle iman ederiz. (Yasin Suresi. Ayet:70)

Bu itibarla; hayatımızı şekillendiren ölçü ve kriterlerin kitap ve sünnet kaynaklı olması kırmızı çizgilerimizdendir, bunu asla ihlâl etmemeye, ettirmemeye gayret ederiz. ABD talimatları, AB kriterleri, nefsimizin veya başkalarının inancımıza uymayan arzu ve istekleri nazarımızda bir hiçtir ve kıymet-i harbiyesi de yoktur. Bize göre bunları, beşeri sistemleri kendi rızası ile model kabul edenler yanılmıştır, yanmıştır.

İnancımız odur ki, kul’a düşen vazife Hakkı hak bilip, hakimiyeti için çaba harcamak; bâtılı bâtıl kabul edip, ondan da uzak durmaktır. Fil hakika, bizler insan ile İslâm arasındaki engelleri kaldırmak için mücadele(cihad) ederiz; kötülükleri men, iyilikleri emr (ve tavsiye)hususunda gayret ederiz . Bize düşen,sebeplere tevessül etmek(sebeplere sarılmak) sonra da tevekkül etmektir. Bunun içindir ki bizler, yüzdeliklerle, rakamlarla oyalanmayız. Neticede her işin sonu Allah’a aittir. Bizler çok iyi biliriz ki, davaların ve ideallerin doğruluğu ve yanlışlığı parmak hesabı ya da oy ile değil; Kitap ve Sünnet’e uygunluğu ile ölçülür.

Kanaatimiz ve imanımız şudur ki, Mü’minlerin dostu, velisi Allah’tır, Rasulü’dür, diğer Müslümanlardır. “ Ayı’dan post, ğâvurdan dost olmaz” atasözümüz parolamızdır. Gayr-i Müslimleri dost ve veli edenler Kur’an-î hükümleri es geçtiğinden kaybedenlerden olurlar.

ve bizlere göre çok şey ifade eder. Birilerinin icraatlarından bazılarının iyi olması, iyi olmayan icraatlarının yok sayılmasına gerekçe olmaz. Müslüman bilir ki, bin kazan sütün içine bir damla alkol katılsa o sütün tamamı haram olur, içilmez. Kısmen iyi icraatlar mazeret teşkil etmediği gibi, kimseyi de kurtarmaz.

Müslüman Hakk’ı terk edip, çeşitli ve gayr-i meşru mazeretlerle bâtıl zihniyetlere, şerrin az olanına, ehven yalanının ardına sığınarak destek olamaz; Müslüman her zaman ve mekânda, her yerde Hakk’a, doğruya, güzele, iyiye talip olur. Bunun aksi bir tavır büyük hatadır, savunması olamaz. Başımıza gelenler bu hatayı işlememizden, gaflete düşmemizdendir.

İtikadımız odur ki, amelde noksanlarımız, hatalarımız olabilir; ancak iman ve itikatta hata, noksan olamaz. Çünkü iman bir bütündür, bölünme, hata ve şüphe kabul etmez. İman konusunda bir hata ve tereddüt bütün doğruları siler, yok eder. Bu nedenle haramlardan birine veya bir kaçına helâl, ya da helal olan şeylerden birine veya bir kaçına haram diyenler, iman hazinesini kayıp ederler; söylediklerini amele dönüştürmüş olmasalar da. Ve bu hataya düşenlerin tüm ibadetleri, hayr-u hasenatları iptal edilir, velev ki farkında olmasalar da. Dikkat! Aman pür dikkat. Tehlike gizli ve büyük, telafisi imkânsız.

Buna bağlı olarak, bir ömür boyu salih amel işleyen bir insanın bu dünyadan imansız gitme ihtimali de vardır; iman eden ama salih amel yapacak, hatta boy abdesti alacak vakit bulamadan ölen bir kişinin Cennet’e girme hakkı da vardır. Aradaki hikmete ve ince-hassas çizgiye dikkat edelim. Ve hiç kimse sakın ola ki, salih amellerine fazla güvenme yanılgısına düşmesin; İmanı korumaya gayret edelim. Bu da Muhammedî bir duruş, Müslümanca bir tavır, Mü’mince bir eda ile mümkündür. Kabul edelim ki çok zordur, fakat mükâfatı Cennet’tir; çile çekmeye, sabretmeye fazlası ile değer.

Dünya ve Ahiret saadeti için,(gerçekten iman eden) Müslümanın görevi İslâm’ı kendine uydurmak değil, İslâm’a uymak; İslâm’ı keyfine göre yaşamak değil, emrolunduğu gibi yaşamaktır. Biliyoruz ki, Müslümanlar İslâm’ı Allah’ın emrettiği gibi yaşadıkları dönemlerde, imanlarının gereği olarak dünyaya adalet, barış ve huzur dağıtmışlar; ama dini keyiflerine göre yaşadıkları dönemlerde ise dünya müstekbirleri, Yahudi ve Hristiyanlar imanlarının gereği olarak Müslümanları sömürmüşler, zulmetmişler hatta vahşice, acımasızca öldürmüşlerdir. Bu gün olduğu gibi. Ah Müslümanlar, uyumaya, gaflete devam edin bakalım…

Dünya menfaati için bükülmek, boyun eğmek, taviz vermek bize göre değildir. Muhammedî bir duruş, onurlu bir yaşayış, Müslümanca davranış, kabre imanla varış bizim tek gayemizdir; şaşmaz hedefimizdir. Görüşlerimize katılanlar da olur, katılmayanlar da olur. Makul bulan da vardır, tenkit eden de vardır, “Eyvallah”der geçeriz, ama biz buyuz, asla değişmeyiz, değişemeyiz. Kırmızı çizgilerimiz imanımızdır, onurumuzdur, gururumuzdur, onlara dokundurtmayız.

Selam Hakk’a tabi olanlar.

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?