BAŞIMIZ ÖNE EĞİLDİ

BAŞIMIZ ÖNE EĞİLDİ

Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir Hadis-i Şerif’de dünya ve Âhiretin Efendisi, Rahmet ve Merhamet Peygamberi Efendimiz (sav) buyuruyorlar ki:
“Ateş ehlinden iki sınıf vardır, henüz onları görmedim(ama gelecekte siz göreceksiniz). Bunlardan birincisi yanlarında sığırkuyruğu gibi bir şey taşıyıp, onu insanlara vuran insanlardır; diğeri de giyinmiş (olduğu halde) çıplak (hükmünde olan) kadınlar ki, bunlar Allah’a taatten dışarı çıkmışlardır. Bunlar başkalarını da baştan çıkarırlar. Başları deve hörgücü gibidir. Bu kadınlar cennet’e girmek şöyle dursun, kokusunu bile alamazlar. Halbuki, Cennetin kokusu şu kadar mesafeden duyulur”
Çocukluk yıllarından iyi bilirim ki, o dönemlerde bizim hanımlarımız, analarımız, kızlarımız, gelinlerimiz, torunlarımız vs. değil mahrem yerlerini, burunlarını dahi göstermezlerdi. Düşünsenize, yakın zamana kadar ninelerimiz, analarımız yıkadıkları çamaşırlarını kapalı mekânlarda ipe asarlar ve görünmesin diye de üzerlerine başka bir örtü örterler idi. Düğünlerimizde kadınlarla erkekler ayrı ayrı evlerde eğlenirlerdi. Kadınların evinin etrafına iki-üç tane bekçi koyarlardı. Ola ki, bazı densiz ve dengesiz kişiler o eve yaklaşırlar, deliklerden bakarlar, oyun oynayan hanımları seyrederler diye önlem alırlardı.
Yaşadığınız şehirlere, meydanlara, caddelere, sokaklara, gezinti yerlerine dikkatlice sarf-ı nazar ediniz. Sokaklarda gezen kadınlarımızın, kızlarımızın neredeyse tamamına yakını yarı çıplak ve üryan; örtülü olanların ise çok büyük bir bölümü giyinmiş, ama hükmen çıplaktır. Yani var olan örtü, İslâmî tesettür kurallarına uygun değildir. Ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı bir ülkede bu manzaralar hoş değildir Mü’minler…
Diyeceksiniz ki, özgürlük var, herkes hürdür, serbesttir; kimse kimseye müdahale edemez. Evet, teorik olarak bunlar doğrudur, kimse kimseye elbette ki müdahale edemez. Ama madalyonun diğer yüzü bizleri hiç mi ilgilendirmez. Müslüman olmamızın, Kur’an-a ve Peygambere iman edişimizin hiç mi anlamı yoktur ? Kaldı ki, mevzuu bahis olanlar, gayri müslimlerin değil, biz Müslümanların durumlarıdır. Hem nalına hem mıhına vurmanın veya havanda su dövmenin kime ne faydası vardır ki.? Devekuşu misali kafamızı kuma gömmenin bir anlamı olabilir mi ?
Doğru oturalım, doğru konuşalım. Bu nesil başlarımızı öne eğdi insanlar. Allah: “(Habibim) iman eden erkeklere de söyle, gözlerini haramdan esirgesinler” (Nur Suresi) buyurmaktadır. Evet, gözlerimizi haramlardan koruyacağız, ama bu ortamda bu iş nasıl olacak?
Benim sözüm ve sitemim sadece bazı kadınlarımıza değildir elbet. Onlara ve aynı zamanda onlara sahip çıkmayanlara, yanlış yönlendirenlere, dini-imanı anlatmayanlara, onları istismar edenleredir. Hem şer’i, hem de mer’i kanunlarımıza göre davet ve tebliğ ile görevli olan zevat-ı muhteremler neredesiniz ? Bu manzara sizleri hiç mi düşünceye sevk etmez, vicdanlarınız hiç mi rahatsız olmaz, neden sesiniz çıkmaz ?
Sakın ola ki, hiç bir kimse “herkes hürdür, özgürdür. İstediği gibi yaşamakta da, giyinmekte de serbesttir…” gibi, ilk bakışta doğru zannedilen, ama gerçekte öyle olmayan mazeretlerin arkasına saklanmaya kalkmasın. (Evet, herkes hayat modelini belirlemede, kılık-kıyafette, hâl ve hareketlerinde tabii ki özgürdür ve hürdür; buna zaten kimse itiraz etmiyor. Fakat, Müslüman olmamız hasebiyle bizim de bazı sorumluluklarımız ve görevlerimiz yok mudur.? Ve bizim sözümüz, sitemimiz kendimizedir, bizedir.) Çünkü öyle bir durumda, “Müslümanım” diyen insanlar şu hadis-i şerif ile karşı karşıya gelirler.
Hadis-i Şerif’te Rasulüllah(sav) Efendimiz şöyle buyurdular: “Hepiniz çobansınız ve hepiniz elinizin altındakilerden (idare ettiklerinizden) sorumlusunuz. İdareci bir çobandır. Erkek, aile halkının çobanıdır. Kadın, kocasının evi ve çocukları için çobandır.
Hepiniz çobansınız ve hepiniz çobanlık yaptıklarınızdan (idare ettiklerinizden) sorumlusunuz.” (Buhari.Nikâh bl. 91)
Allah’a alenen isyan eden, isyanını bayraklaştıran, edep-haya sınırlarını toz duman eden bu kadınlar bizim analarımız, hanımlarımız, kardeşlerimiz, kızlarımız, gelinlerimiz, torunlarımız, yeğenlerimizdir Müslümanlar. Ruz-i Mahşer’de bu durum bizlerden sorulacak ve her birimiz Allah’a hesap vereceğiz.
Fazla uzaklara gitmeye gerek yok. Daha 65-70 sene evvel bu memleket böyle değildi. 1950 yılından beri bu ülkeyi yöneten ve kendilerini “sağcı, muhafazakâr, mütedeyyin…” şeklinde ifade eden ve Müslümanların oyları ile iktidar koltuklarını uzun süre işgal eden partiler, idareciler, bürokratlar, erkân-ı umumiye bu hususlara açıklık getirmeye ve nefis muhasebesi yapmaya mecburdurlar. Herkes kafasını ellerinin arasına almalı ve düşünmelidir, muhasebe yapmalıdır. Daha sonra mensubu olduğu partisini, meşrebini, tarikatını, şeyhini, müridini, mürşidini, sivil toplum örgütünü, kanaat önderini, kendini yanlış yönlendirenleri; batıla dolgu malzemesi, kuşa kurda yem yapanları sorgulamalıdır. Bu yolun sonu nereye çıkıyor arkadaş?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?