ALIŞIRIZ BABAM ALIŞIRIZ BU SİSTEME DE ALIŞIRIZ

ALIŞIRIZ BABAM ALIŞIRIZ BU SİSTEME DE ALIŞIRIZ

Biz nelere alışmadık ki…
Biz hangi dağları ‘aşılmaz’ dediler de aşmadık ki!
Bu yeni sistemimize de evvel-Allah bir gün alışırız!

Ve bu ‘alışırsınız’ sözcüğünü nerede ve ne zaman duysam, birdenbire aklıma bir zamanlar sevimli tonton başbakanımız Turgut Özal geliverir…

Ve ona bir teğmenin “alışamadım” sözüne karşı verdiği o tarihi söz olan; “Alışırsınız, alışırsınız” sözü aklıma geliverir…

Ki, sahiden sadece o teğmen değil, milyonlarca insan demişti alışamayız diye ama herkes daha sonra bir kuzunun sessizliği içerisinde alıştı gitti…

Örneğin Özal; “Devlete ve kamuya ait ne kadar mal varlığı varsa hepsini satacağım” derdi…
Muhalefet ortaya çıkıp, bangır bangır bağırarak “Satamazsın, asla sattırmayız” diye haykırdı…
Ve sonunda Özal sözünde durup sonunda yapacağını yaptı…
Zaman içinde hem muhalefet duruldu ve hemde toplum alıştı…

Örneğin yine bir dönenim iktidar muktedirleri, eğitim sistemini;
4+4+4 formülüyle bir araya toplama işlemi yapınca, muhalefet ve toplum önce bir süre itiraz etti ve sonunda cümbür-cemaat hep birlikte alıştık…

Hatta bu 4+4+4 formülü daha da anlaşılır bir dile çevrilerek; tüm okullar yavaştan yavaştan, ağır tempolarla ‘İmam-hatipleşme’ yoluna girdiğinde de “alışamayız” diye itirazlarımız olmuştu…
Ama bugün öyle görülüyor ki hepimiz bu eğitim sistemindeki özel değişikliklere alışıp gitmişiz…

Yani demem o ki; ne kadar “alışamayız, alışamıyoruz” desek de, Evvel-Allah, biz her yapılan yeniliğe alışırız…
Biz toplum olarak zorlansak zorlansak ‘adalet ve demokrasi’ denilen şey her neyse, biraz onda zorlanırız!
Yoksa bunun dışındaki değişiklikler vız gelir bize tırıs gider!

Örneğin biz bugün dünyada hiçbir ülkeye nasip olmadığı gibi siyasi terminolojide yeri olmayan yepyeni bir ‘başkanlık’ sistemi uyguluyoruz…
Önceleri ‘alışamayız’ demiştik ama görünen ve bilenen o ki, gün geçtikçe bal gibi de alışıyoruz!

Eh, bu tabi bir kültür meselesi…
Bizde de çok şükür bu konu tam-tekmil var olduğuna göre…
Bu adını dünyanın daha yeni duyduğu ‘Türk Usulü Başkanlık’ sistemine bizler çoktan alıştık…

Örneğin bu konuda öylesine siyasi hoş görüye ve öylesine üst düzey bir siyaset kültürüne sahibiz ki; ülkemizin tüm siyasi ve kimlik farklılıklarına hükmeden ‘başkanımız’ hem kendi elleriyle kurduğu ve ideolojisini taşıdığı partiyi idare edebiliyor…
Ve hem de -hangi siyasi görüşe ve farklılığa sahip olursa olsun- diğer siyasi partilere ve onan taraftarlarına eşit bir mesafede durup ve eşit bir şekilde duruyor!

Eh, böyle bir ‘başkanlık’ sistemine alışmayacağız da, daha neye alışacağız Allah aşkına!

Şimdi bunları böyle söyledim diye bazıları da bana diyecektir ki;
“Yahu sen doğruyu mu söylüyorsun, yoksa bizimle kafa bulup, dalga mı geçiyorsun?” diye aklınızdan bir şey geçiyorsa eğer;
Vallahi dalga geçmiyorum..
Üstelik niye kafa bulup, dalga geçeyim ki?

Örneğin bugün ülkemizde yüz binlerce hukukçu kimliği taşıyan hukuk adamları ve Hukuk Fakültelerinde ‘hukuk bilimi’ veren binlerce ‘Prof’ unvanlı, tıpkı az önce benim düşündüğüm gibi düşündüğü için sus-pus olmuş oturuyorsa ve kurulmak istenen sistem üzerine bir kelam etmiyorsa ve çıtı çıkmıyorsa; demek ki doğru yoldayız…
Onlarda tıpkı benim gibi düşünüyor demektir…

Öyle bir ülke lideri düşünün ki, her şeye o muktedir olsun…
Hem kurduğu kendi partisini yönetsin ve hemde aynı zamanda muhalefet partilerine yön verip, şekil vermeye çalışsın…
Sözünü dinleyenleri sevsin, kendisine karşı çıkanlara kızsın…
Vesaire vesaire…
Listeyi uzatın uzatabildiğiniz kadar…

Ben aklıma gelenlerin çoğunu yazamıyorum…
Doğrusunu söylemek gerekirse korkuyorum…

Neme lazım…
Durup dururken birde başımı belaya mı sokacağım…
Allah’a çok şükür şimdilik benim tavuklarıma kış diyen yok!
Üç aşağı, beş yukarı keyfimde yerinde…
Bankalara yatırılmış deste deste dolarlarım da yok ama…
Hayat pahalılığına da yenik düşmüyorum çok şükür!
Her koyun kendi bacağından asıldığı için…
Ve şimdilik “beni sokmayan yılan varsın yaşasın” dediğim için!
Kimsenin ve kimselerin işine karışmıyorum…

Hele hele filan yerde aynı sandıktan çıkan meclis üyelerinin değil ama ‘başkanlık’ konusunda bir yanlışlık olduğu için çok yakın bir zamanda yeniden seçime gidilecekmiş deseler de, şimdilik pek ilgi alanıma girmiyor..

Görselde sizlerle paylaştığım Charles Bukowski ne diyordu;
“İnsanlar, adaletsizliği sade kendi başlarına gelince anlarlar”

Eeeeee!
Bu güzel sözü şimdi nasıl anlamalıyız?
Nereye ve hangi tarafa, kimlere yaslamalıyız?
Hı?
Gelin isterseniz yine de birlikte düşünelim…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?