ABD İÇİN CAN VERİYORUZ YİNE DE YARANAMIYORUZ

ABD İÇİN CAN VERİYORUZ YİNE DE YARANAMIYORUZ

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,

Bugün; 14 Ekim
Bundan 69 yıl öncenin 14 Ekim tarihinde Kore’ye gönüllü olarak gönderdiğimiz Mehmetçiklerimiz, uzun bir yolculuk yaptıktan sonra Kore’ye sağ-selim ayak bastı…

Bilenler zaten biliyor da…
Biz bilmeyenler ve merak edenler için; “Neden Kore’ye gittiler?”
“Ne işleri vardı Kore’de?” diye düşünenler varsa eğer…
Hemen 69-70 yıl öncesine kısa bir yolculuk yapalım ve çok kısa cümlelerle ifade etmeye çalışalım…

Bilenlerin de çok iyi bildiği üzere;
1950 yıllarında dünya tıpkı bir terazinin iki kefesi gibiydi…
Yani iki başlıydı…
İki patronlu bir dünya idi..
Patronun birisi; Sovyet Birliğiydi…
Bir diğer patron ise: Amerika Birleşik devletleriydi…

Birisi sosyalist düşünceyi temsil ettiğini ileri sürüyordu..
Yani ekseninde sosyalist devletlerle örgütlenmek istiyordu..

Bir diğeri ise kapitalist sistemi temsil ediyor ve kapitalist sistemi seven ülkelerle bir araya getirme mücadelesi veriyordu…

Amerikalı patronun eksenin toplanıp örgütlenmek isteyen ülkeler, Sovyetler Birliğini çok tehlikeli gördükleri için 4 Nisan 1949 tarihinde bir araya gelerek askeri ‘NATO denilen birliği kurdular…

1950’li yılların başlarıydı…
Türkiye henüz NATO için daha davet almamıştı…
Ancak bir an önce Amerika’nın şemsiyesi altına girmek için can atıyordu…
Fakat her nedense Amerika kendini ağıra satıyordu!

Ve Türkiye kendisinin NATO’ya laik olduğunu kanıtlamalıydı!
İşte tam o günlerde Türkiye’nin karşısına bir fırsat çıktı…
Yani Kuzey Kore ile-Güney Kore birbiriyle dalaşmaya başlamıştı!

Yıl 14 Mayıs 1950
Adnan Menderes’in Demokrat Partisi iktidara geldi..

Başbakanlık koltuğuna oturan Menderes, meclise danışmadan…
Yani TBMM’nin onayını almadan…
Evet,evet yanlış okumadınız ‘onayını’ almadan…
4 bin 414 erbaş ve erden oluşan askeri bir kadro yaparak Kore topraklarına Amerikanın yanında savaşmaya gönderdi…
Ve 14 Ekim 1950 tarihinde Kore topraklarına ayak basan 4 bin askerimiz, hiç vakit geçirmeden savaşmaya başladı…

Sonuç:
721 Şehit
2147 yaralı
175 dolayında Mehmetçik kayıp…

Ve Amerika’ya bağlılığımız bu sayısal ‘bedeli’ verdikten sonra ise NATO’ya girmeyi hak ediyoruz…
Ve 1952 yılında NATO teşkilatına giriyoruz…
Giriş o giriş…

Elimizi uzattığımız o günden sonrada, kolumuzu da kaptırdık ve bir daha kaptırdığımız kolumuzu geri alamıyoruz!
Üstüne-üstlük kolumuzu geri alamadığımız gibi sürekli ambargo yiyoruz…
Ambargo yemenin yanında birde ara-sıra aşağılanıyoruz’
Her neyse…

Silah satar;
Sattığı silahı kullanmamızı istemezler…
Traktör satar;
Lastiğini vermezler…
Süt tozu verir ve karşılığında yeraltı değerlerimizi satın alırlar;
yine de kıymetimizi bilmezler!
Yani hep kendi çıkarlarına yönelik, dilediği yerlerde kullanmak isterler bizleri…

İşine gelmediği yerde ambargo koyarlar…
Dilediği yerde, dilediği gibi soyup-soyarlar!
Dediğini yaparsan; dost sayıp, sırtımızı okşarlar!
Çıkarına uygun düşmezse; kapılarından kovarlar!
Vesaire vesaire…

Yani kısaca demem o ki;
“Öl” dedikleri yerde ölmemize rağmen!.
“Dur” dedikleri yerde durup;
“Kalk” dedikleri yerde kalkıp;.
“Otur” dedikleri yerde oturmamıza rağmen!

Yinede Amerikalı dostlarımıza yaranamadık gitti…
Bir türlü gözlerine girip iyi not alamadık vesselam!

Acaba diyorum; yıllar öncesi İsmet İnönü, Amerikan Başkanına biraz sert ve dikleşerek; “Gerekirse yeni bir dünya kurulun ve Türkiye’de orada yerini alır” sözünün faturasını mı ödüyoruz?

Veya da 1973’lü yıllarda Amerika yönetimi, Türkiye başbakanı Bülent Ecevit’e; “Kıbrıs Barış harekatında bizim size sattığımız silahları kullanamazsınız” demişti de Ecevit yine kullanmıştı…

Ve yine o yıllarda Türkiye’ye; “haşhaş ekmeyin, haşhaş ekmenizi istemiyoruz” demişti de, dönemin başbakanı Bülent Ecevit, bu tehdidi de kulak asmamış ve üreticiye haşhaş ektirmişti…
Acaba bu söz dinlememenin günahını mı çekiyoruz şu günlerde?

kim bilir; belkide bunların hiçbirisi değil….
68 Devrimci kuşağının her platformda Amerikan düşmanlığı yapmasını unutmamış ve bu yüzden gıcık kapmışlardır bizlere…
Acaba öyle mi?

Benim’kisi de merak işte..
Veya da durup dururken saçmalıyorum…
Yani boyuma-posuma bakmadan ve dünyayı yöneten koskoca bir Amerikan İmparatorluğuna kafa tutmaya çalışıyorum!
İş ola, beri gele misali…

Yahu kusura bakmayın, söz yine uzadı…
Buyurun şimdi söz sırası sizde…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?