1950′ DEN BU ZAMANA KADAR HEP AYNI KADROLAR İKTİDAR

1950′ DEN BU ZAMANA KADAR HEP AYNI KADROLAR İKTİDAR

Hangi kadroları mı?
Hangi kadrolar olacak; ABD Patentli kadrolar…
Yapılan veya yapılması düşünülen uygulamaların altında;
Washington imzalı, Pentagon damgalı emirleri harfiyen yerine getiren ‘kadrolardan’ söz ediyorum…
Bundan tam 100 yıl önce Erzurum ve Sivas Kongrelerinde bir avuç yurtsever öncüyle başlattığımız ve ‘bağımsızlık ateşini’ yaktığımız dönemlerde Amerikan Emperyalizmi kapımızı çalmış, himayeleri ve boyundurukları altına girmemizi istemişlerdi de; o bir avuç vatansever;
“Ya istiklal, ya ölüm” narası atarak, teslimiyeti reddetmişlerdi…
Ve cephelerde gerekli dersi aldıktan sonrada defolup gitmişlerdi!
Hani kim demişse demiş; “Su uyur, düşman uyumaz” diye…
Ve söz onlar için söylenmiş olacak ki, onlarda uyumamıştı…
Dumanlı havanın çökmesini beklemiş ve pusuya yatmışlardı!
Taaaa ki 1938 yılına kadar….
Ki,1938 yılında korktukları adam sonsuzluğa doğru yola çıkınca, onlarda yattıkları pusudan birer birer, yavaş yavaş -peynir kurdu- gibi çıkmaya başladılar!
Yani o büyük insan Mustafa Kemal Atatürk’ün ebedi ayrılığından sonra Erzurum ve Sivas’ta elde edemediklerini elde edebilmek için (2. dünya savaşının yarattığı bunalımı da fırsata dönüştürüp) Süt tozuydu, yoğurttu, balık yağı, balık hapı yemlerini oltasının ucuna taktı ve “ya kısmet” diyerek bir niyet tutup, savurup attı!
Çok zaman geçmedi Conilerin niyetleri tuttu!
Bizimkilerde yağlanıp, yemlenmiş oltayı yuttu!
Ve aradan çok yıl geçmedi…
Atatürk’ten sonraki 12 yıl, ite-kaka sonunda 1950 yılına gelindi!
“Yeter söz milletindir” diyenler, ekseri çoğunluğu alarak iktidara getirildi!…
Ve iktidarı ele geçirenler, gün geçtikçe iktidarlarını dahada çok pekiştirmeye başlayıp, öz güvenleri tavana vurup, egoları daha çok şişmeye başlayınca ve birazda güç gösterisi yapıp, gözdağı vermek istercesine;
“Ben odunu aday göstersem, milletvekili seçtiririm” demeye başladılar…
Washington’dan aldıkları talimatlarla ‘devletçiliği’ ve devletin işlevselliğini bir kenara bırakmak istercesine, milletin hoşuna gideceği “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” diyerek hayal pompalamaya başladılar!
Milletin dini inançlarını -siyasi çıkarları için pazara sürüp- ve hilafetin geri getirilmesini özendirmek ve ‘laikliği’ tartışmaya açıp ötelemek istercesine;
“Siz isteseniz, hilafeti bile geri getirirsiniz” demeye başladılar…
*** *** ***
Yıl 1960
Washington ve Pentagon güdümlü demokrasi yolculuğuna kısa bir süreliğine mola veriliyor!
Bu mola sırasında yeni bir ‘Anayasa’ yapılıyor…
Ve bu anayasayla ‘sosyal ve siyasal haklar’ biraz genişletiliyor…
Tekrar parlamenter sisteme geri dönülmek isteniyor.
Ve dönülüyor…
Yeni isimler altında yeni partiler kuruluyor…
Bu yeni partilerin içerisinde bu kez sosyalist düşünceyi temsil edecek Türkiye İşçi Partisi isminde birde parti kuruluyor…
Seçime gidiliyor…
Süleyman Demirel’in Adalet Partisi iktidar oluyor…
Ve yapılan 1965 seçimlerinde 15 milletvekili ile parlamentoda yerini alıyor…
Ancak, işçi ve köylüleri temsil eden bu sosyalist partiden birileri rahatsız oluyor…
Ve bu kez -yukarıdan gelen talimatla- Demirel homurdanmaya başlıyor;
“Bu demokrasi bize bol geliyor”
“Yollar yürümekle aşınmaz”
“Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz”
“Bizimkiler tetik çekmez, tespih çeker”
*** *** ****
Geldik 1980 yılına…
Bir süreliğine yine mola verilecek demokrasi yolculuğuna!
Çünkü Washington ve Pentagon’un yeni bir talimatı var;
Onların güdümünde görev yapan ‘boyslar’ darbe yapacaklar!
Dediklerini yaptılar!
Ve yaptıkları darbenin sıcaklığı soğumadan “bol gelen 1961 anayasasını’ ortadan kaldırarak -ta bu günlere hükmeden ve yaratan 1982- anayasasını bu millete ‘kapak’ yaptılar!
Resmi apoletli yöneticiler kenara çekilip, yerlerini bir başka ABD patentli güdümlü yöneticilere bıraktılar.
Bu anlı-şanlı yöneticimiz;
“Benim memurum işini bilir”
“Ben zenginleri severim”
“Demiryolları Moskof işidir”
“Ben seçimlerden önce zam yapacak kadar enayi değilim”
“Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” diyen ve hafızalara ‘Tonton lider’ olarak kazanan Turgut Özal geliverdi…
Ve Turgut Özal,cumhurun reisi olunca görevini uzaktan kumanda edeceği Yıldırım Akbulut’a devretti…
Ardından cumhuriyet tarihinin ilk kez (hem ABD vatandaşı ve hemde T.C. vatandaşı kimliği taşıyan) Tansu Çiller Başbakan olup yönetti bu ülkeyi…
Hemde en renkli bir şekilde…
“Cenabı Allah’ı size emanet ediyorum” diyerek…
“Bu terör ya bitecek, ya bitecek”
“Can veririm ama çakıl taşı vermem”
“Siz Erzurumlular; inekleri seversiniz değil mi?”
Yine Erzurumlulara; “Bacınızın bıdığı size helal olsun” diyerek bu ülkeyi yöneten bacılarımız da oldu!
Başka hangi liderlerimiz mi oldu?
Hem bacımız Tansu hanımla ortak ve hemde müstakil olarak başbakanlık yapan ve milli sanayimizin kurucusu ve siyasete atıldığı günden-ölümüne kadar ‘milli gömlek’ giyer Erbakan hoca da makinistlik yaptı bu 70 yıllık demokrasi treninde!
Hem de; “Adil düzen” naraları atarak…
Hem de “Sizi gidi batı taklitçileri sizi” diyerek..
Koalisyon dönemlerinde “kadayıfın altı kızardı” benzetmesi yaparak…
Susurluk Çetesi olayından sonra ‘1 dakikalık’ ışık söndürme eylemi yapanlara; “Kızılbaşlar gibi mum söndürüyorlar”
Türban takan üniversiteli öğrencilere karşı çıkan rektörler için;
“Gün gelecek, rektörler türbanlıların karışısın da hazır-ola geçecekler” diyen Necmettin Erbakan hocada bu ülkeyi yönetti.
Eeeeee!
Geriye ne kaldı?
Geriye de son 16-17 yılın hikayesi kaldı…
Sanırım bunu da benim anlatmamı istemezsiniz…
Çünkü bu son yüzyılın son çeyreğinin yönetim şeklini ve biçimini sizler benden daha iyi bilmektesiniz…
Uzun sözün kısası;
70 yıllık demokrasi yolculuğumuzda bizleri aynı kadrolar ve aynı siyasi sülalenin çocukları yönetiyor!
Onun için gösterilen başarılarında, başarısızlıkların da, günahı ve sevabı onlara aittir diye düşünüyorum..
Kimse kimseyi kandırmasın…
Kimse kimseye madik atmasın!
Hoş kalın,
Hoşça kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?