Yazılı, görsel ve sosyal medya sağ olsun, siyasete gömülmüş bir çevrede yaşıyorum ve bazen herkesin böyle yaşadığını varsayıyorum. Böyle bir çevreden uzaklaştığınızda, mesela sokakta yürürken gördüğünüz sıradan birinin yerine kendinizi koyar mısınız, bilmem. Yaşayışı, siyasal kimliği ve fikirleri hakkında tahmin yürütürsünüz belki. Çoğu zaman da bu kitlenin sorular sormayan, cevapları dinlemeyen bir kitle olduğunu fark edersiniz. Politik kimliklerini kapalı kapılar ardında ifşa ettiklerini anlarsınız.
Bilindiği üzere, siyasi eğilimler ekonomik durum, eğitim seviyesi ve duygusal davranışlara bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Eğitim seviyesi yüksek olan, bilinç düzeyinde karar verenlerin politikaya ve medyaya hatırı sayılır ölçüde ilgisi var. Bu özelliklere sahip grubun –siyasi görüşü ne olursa olsun- en büyük özelliği, medya aracılığıyla belirlenen gündeme karşı savunma halinde olmaları. Yani herhangi bir algı bombardımanına maruz kaldıklarında meseleye şüpheyle yaklaşıyorlar. Ancak ideal gibi görünen bu grubun çevresi hakkında ne kadar sorumlu hissettiği, düşünsel hayatın oldukları kadar gündelik hayatın içinde olup olmadıkları tartışmalı bir konu.
İlk söylemem gerekeni en son söyleyeyim. Belleğinde en fazla iki veya üç gündem konusunu tutabilen, tüm olaylarda kafasında pek az şey canlandırabilen bir yapıdan söz ediyoruz. Hepsini bir potada eritip, mümkün olan en anlaşılabilir seviyede kitleye sunmakla başlıyor algı yönetimi.
Bu durumu, “gündem belirleme” teorisinin babası Walter Lippman, “Siyasal olarak ilgilendiğimiz dünya, ulaşamadığımız, göremediğimiz ve zihnimizde canlandıramadığımız bir dünyadır. O, keşfedilmeli, hakkında haber verilmeli ve imajı oluşturulmalıdır. İnsan, tüm varoluşu bir bakışta görebilen Aristo’nun felsefesindeki tanrısal varlık değildir” sözleriyle özetliyor.Bilmem anlatabildim mi? Bir başka konuda buluşmak üzere…