Tevekkül; Allah’a teslim olmak, güvenmek, dayanmak, bağlanmak ve sığınmak demektir. Tevekkül; bir amaca ulaşmak için gerekli olan her türlü önlemi alarak, elinden gelen tüm gayreti gösterdikten sonra kalben Allah’a bağlanıp ona güvenmek ve sonucu Allah’tan beklemek demektir.
ALİ İMRAN 159: “O zaman, Allah’tan bir rahmet sebebiyle onlara yumuşak davrandın. Ve eğer sen, kaba, katı yürekli olsaydın, mutlaka senin etrafından dağılırlardı. Artık onları affet ve onlar için mağfiret dile ve işler konusunda onlarla müşavere et (danış). Azmettiğin zaman, artık Allah’a tevekkül et. Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri (Allah’a güvenenleri) sever.”
Bu Ayet-i Kerime Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)‘in vasıfları hakkında bize önemli ipuçları verir: “Sen onlara hoşgörülü davrandın, yumuşak davrandın, tolerans sahibi olarak davrandın ama bunu Allah’ın rahmetiyle başardın.”
Ne demek istiyor Allahû Tealâ? “Sen, daimî zikrin sahibisin. Gönderdiğimiz rahmetle, senin nefsinin kalbindeki öfke afeti, kin afeti, intikam afeti, nefret afeti hep yok oldu. Onun için onlara hep sevgiyle, yumuşak ve toleranslı, hoşgörülü olarak davrandın. Bunun sebebi, sana gönderdiğimiz rahmetin, sende vücuda getirdiği temizliktir. Allah’tan aldığın rahmetle bunu başardın. O rahmet senin kalbindeki bütün âfetleri temizledi, yok etti. Onlar olmayınca da senin bunu başarman, tabiatıyla mümkün oldu. Şâyet onlara kaba davransaydın, onları huzursuz edecek, üzecek davranışlarda bulunsaydın, onlar senin çevrenden dağılır giderlerdi. O halde onlar sana yanlış davranırlarsa da, sen onları affet. Onlar için mağfiret dile.”
Sahâbe gibi davranmayan, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’i üzecek davranışlarda bulunanlar, Allah yolunda en güzel davranışları gösteremeyenler, yanlışlıklar yapanlar, Allah’ın emirlerini, yasaklarını çiğneyenler için: “Sen onları affet, onların günahlarını affetmemiz için Bizden mağfiret dile.” diyor.
Neden buradaki mağfiret? Bu günahları işleyenler de Allahû Tealâ’dan af diliyorlar, Peygamber Efendimiz (S.A.V) de af diliyor ama Allahû Tealâ iki talebi birden kabul edip onların günahlarını sevaba çeviriyor. Onların günahlarını affediyor. Çünkü sevaba çevirmiş olsaydı, hata işleyenlerin kazandıkları dereceler, Allah’ın emirlerini yerine getirenlerden fazla olacaktı. O zaman bir haksızlık doğacaktı. Mürşidinize ulaştığınız gün, önünde diz çöküp tövbe ettiğiniz zaman, eğer siz Allah’a ulaşmayı dileyen biriyseniz, Allahû Tealâ mutlaka bütün günahlarınızı sevaba çevirir.
Onlar öyle bir iradenin sahipleridir ki; Allah hakkında ne kadar yalan söylerlerse söylesinler, o insanlar onları dinlemezler. Mutlaka Allah’ın mürşidine ulaşmak konusunda kalplerinde muhteşem bir talep vardır. Allah’a ulaşma talebini Allahû Tealâ onlarda, mürşidlerine karşı duydukları kinin, nefretin yok olmasını temin etmek üzere şekle bağlamış ve onların kalplerindeki irşad makamından nefrete sebebiyet veren hicab-ı mestureyi almıştır; nefret, sevgiye dönüşmüştür. O insanlar, başkalarından mutlaka üstün kılınacaklardır.
Allahû Tealâ burada Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’e:
“Azmettiğin zaman, artık Allah’a güven, Allah’a tevekkül et ve bil ki; seni azmettiren Allah’tır, onu mutlaka gerçekleştirecektir. İnsanlar hangi standartlarda buna mani olmaya çalışırsa çalışsın, sen vazgeçmeyeceksin.” diyor. Kıyâmet gününden bir kesit anlatılmaktadır. “Rabbimiz Allah’tır.” deyip sonra da Allah’a doğru istikamet üzere olanlara Allahû Tealâ Hicr Suresi’nin 41. Ayet-i Kerimesi’nde diyor ki: “İşte bu, Bana yönlendirilmiş (Bana ulaştıran) yoldur.”
Allah’a istikametlenmiş yol olan Sıratı Mustakîm’in bu Ayet’te geçen adı Sırâtun Aleyye Mustekîm’dir. Nisâ Suresinin 175. Ayet-i Kerimesi’nde Allahû Tealâ buyuruyor: “Böylece Allah’a âmenû olanları (ölmeden önce ruhunu Allah’a ulaştırmayı dileyenleri) ve O’na (Allah’a) sarılanları ise, (Allah) Kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran “Sıratı Mustakîm”e hidayet edecektir (ulaştıracaktır).”
“Rabbimiz Allah’tır.” deyip, sonra da Allah’a istikamet üzere olanlara yani dîni Allah’a ikame edenlere Allahû Tealâ Rûm Suresi’nin 30. Ayet-i Kerimesi’nde buyuruyor ki: “Artık hanif olarak kendini (vechini) dîn için ikame et, Allah’ın hanif fıtratıyla ki; Allah, insanları onun üzerine (hanif fıtratıyla) yaratmıştır. Allah’ın yaratmasında değişme olmaz. Kayyum olan (kaim olacak, ezelden ebede kadar yaşayacak) dîn budur. Fakat insanların çoğu bilmez.”
İlk Peygamber ve İlk İnsan Âdem (A.S.)’dan, Son Peygamber Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz’e kadar gelen her Nebî’ye (Peygambere) Allahû Tealâ şeriat kitabı indirmiştir. Ve Son Şeriat Kitabı, Nebîler’in sonuncusu olan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.)’e indirilmiştir. Kıyâmete kadar bütün dünya, son şeriat kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’le yönetilecektir.
Allahû Tealâ’nın dîninde, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V)’de Allah’a yönelenlerden bir tanesidir. Allahû Tealâ diyor ki: RÛM-31: “O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.”
Sonra da müşrikleri tarif ediyor:
RÛM-32: Minellezîne ferrakû dînehum ve kânû şiyean, kullu hızbin bimâ ledeyhim ferihûn(ferihûne).
(O müşriklerden olmayın ki) onlar, dînlerinde fırkalara ayrıldılar ve grup grup oldular. Bütün gruplar, kendilerinde olanla ferahlanırlar.
ALLAH’A DAVET
Fussilet-30’daki takva sahipleri, Rûm-30’da “Rabbimiz Allah’tır.” deyip istikamet üzere olan, bu takva sahibi olanlardır. Ve Allahû Tealâ, fırkalara ayrılanların şirkte olduklarını söylüyor. “Müşriklerden yani fırkalara ayrılanlardan olma.” diyor:
KAF-31: “Ve uzlifetil cennetu lil muttakîne gayra baîdin.” “Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.”
KAF-32: “Hâzâ mâ tûadûne li kulli evvâbin hafîz(hafîzin).” “İşte size vaadolunan şey budur (cennettir). Bütün evvab (ruhu Allah’a ulaşarak sığınmış), ve hafîz olanlar (başlarının üzerine devrin imamının ruhu ulaşmış olanlar) için.”
Allah’a davet eden ve salih amel (nefs tasfiyesi) yapan ve: “Muhakkak ki ben teslim olanlardanım.” diyenden daha güzel sözlü kim vardır?
Fussilet Suresi’nin bu 33. Ayet-i Kerimesi’nde, mürşid tarifi yer alıyor. Mürşidlerin birinci özelliği, Allah’a davet etmeleridir. İkinci özellikleri, nefs tezkiyesi ve tasfiyesi yaparlar. Ve üçüncü özellikleri, Allah’a teslim olmuşlardır. Ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdir.
Sahâbe Allah’a teslim olmuşlardı yani ruhlarını da vechlerini de nefslerini de iradelerini de Allah’a teslim etmişlerdi. Ve irşad makamına hepsi tayin edilmişlerdi.
Ve Allah’a davet ediyorlardı:
YÛSUF-108: “De ki: “Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah’ı görerek) Allah’a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah’ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim.”
Bütün sahâbe Allah’a teslim-i küllî ile teslim olmuşlardır; çünkü hepsi irşad makamının sahibi olmuşlardır:
TEVBE-100: “O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah’a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke’den Medine’ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine’deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O’ndan (Allah’tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.”
Sahâbe, Hz. Muhammed (S.A.V.) Efendimiz’e tâbî olmuşlardır. Nefs tezkiyesini ve tasfiyesini en üst boyutta işleyen kişiler olmuşlar. Hepsi daimî zikirdeki en üst noktaya çıkmıştır. İrşad makamına Allahû Tealâ tarafından tayin edilmişlerdir ve sadece Allah’ın söylediklerini söyleyebilirler. O zaman en güzel sözü de onlar söyler.
BAŞINDA BİR REHBERİ OLMAYANIN REHBERİ ŞEYTANDIR.
ALLAH’A ULAŞMAYI DİLEYİN VE REHBERİNİZİ HACET NAMAZIYLA ALLAH’A SORUN…
BAKARA; 45 “(Allah’tan) sabırla ve namazla istiane (özel yardım) isteyin. Ve muhakkak ki o (hacet namazı ile Allah’a ulaştıracak mürşidini sormak), huşû sahibi olanlardan başkasına elbette ağır gelir.”
İstiane sabırla ve namazla yalnız Allah’tan istenebilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) buyurmaktadır: “Cebrail kardeşimin bana öğrettiği iki namazdan biri İSTİHARE, diğeri HACET namazıdır.”
Oturuş: Ettehiyyatu
Oturuş: Ettehiyyatu + Allahumme Salli + Allahumme Barik + Rabbena
Ve kişi Allah’tan hacette bulunur: “Yarabbi benim mürşidim kim, bana onu göstermeni dilerim. “Dünyaya ya da manevî âleme ait birşey isteniyorsa yine hacet namazı kılınır. Allahû Tealâ “namazla”sözüyle hacet namazını ifade etmektedir. İnsanlar vardır hem Allah’a ulaşmayı dilemezler hem de hacet namazını kılarak Allah’tan devamlı mürşidlerini sorarlar. Allahû Tealâ da onlara sabırlı da olsalar mürşidlerini hiç göstermez. Bu insanlar kendi kendilerini aldatırlar: “Ben Allah’a ulaşmayı diliyorum ama Allah bana mürşidimi göstermiyor” diyerek yalan söylerler. Çünkü Allahû Tealâ buyurmaktadır:
29/ANKEBÛT-5: “Kim Allah’a mülâki olmayı (hayattayken Allah’a ulaşmayı) dilerse, o taktirde muhakkak ki Allah’ın tayin ettiği zaman mutlaka gelecektir (ruhu mutlaka hayattayken Allah’a ulaşacaktır). Ve O; en iyi işiten, en iyi bilendir.”
Eğer kişiler huşû sahibiyse kesin şekilde inanırlarki ruhlarını ölmeden evvel Allah’a ulaştıracaklardır ve ölümden sonra da ruhları tekrar Allah’a bir defa daha geri dönecektir.
Hacet namazı kılınıpta Allah’tan sorulduğu zaman o şeye ehil olunmalıdır.
Hacet namazını kılan kişi huşû sahibiyse yani Allah’a ulaşmayı gerçekten diliyorsa ve mürşidini Allah’tan sorduysa Allah’ın o kişiye mürşidini daha ilk seferde göstermemesi mümkün değildir. İşte bu dizayn içerisinde âyet-i kerime Allah’tan istianenin nasıl istenmesi gerektiğini ifade etmektedir. Ve kişi huşû sahibi olmuşsa Allahû Tealâ mutlaka mutlaka mürşidini gösterecektir ve istianeyi ona ulaştıracaktır.
Allah hepinizden razı olsun…
Sevgi ile kalın…