HOCANIN MAYA ÇALDIĞI GÖL ŞİMDİ KOSKOCAMAN BİR ÇÖL |
Evet, evet…
Üst başlığı yanlış okumadınız sevgili dostlar…
Paylaştığım görselde de gördüğünüz gibi;
Bir zamanlar ‘Nasrettin Hoca’nın’ yoğurt mayası çaldığı masmavi Akşehir Gölü, şimdi (ikinci görselde de görüldüğü gibi) üzerinde araba sürülen koskocaman bir ova, veya çöl olmuş bir vaziyette…
Ki;
Bir zamanlar bu masmavi Akşehir gölünde balık tutulurmuş..
Üzerinde eksik olmayan ‘gezi kayıkları’ olurmuş…
Hatta yöre insanı gölün sunduğu serinlikle ve güzelim manzarasıyla ruhunu dinlendirir ve huzur bulurmuş…
Ve sizlerde çok iyi bilirsiniz ki;
Yıllardır yapılan ‘Uluslararası Nasrettin Hoca Şenlikleri’ Akşehir ilçesi ve bu gölün ekseninde yapılırdı…
Ünlü tiyatroculardan veya vatandaşlardan birisi (temsili) Nasrettin Hoca yapılır ve göle maya çalınırdı…
Şimdi o sözünü ettiğimiz göl kurumuş…
Yani (nasıl kuruduysa) kuruyup büyük bir çöl ve koskocaman bir düzlük olmuş…
Şimdi üzerinde ister otomobil yarışları düzenle…
İster; dünyanın en görkemli stadyumunu yap…
Yok, eğer ‘stadyum’ yapmak istemiyorsunuz da;
TOKİ evleri yapmak istiyorsunuz…
Bundan daha boş, bundan daha kelepir büyük araziyi nereden bulacaksınız!?
Alın size bomboş arazi…
Tepe tepe kullanın…
Üstelik yaptığınız konutların zemin katıda yazın çok serin olur!..
Çünkü yaptığınız konutların altında -azda olsa- göl suyu serinliği vardır…
Her neyse…
Ve şaka bir tarafa…
Nasrettin Hocanın ‘yoğurt mayası’ çaldığı ‘Akşehir Gölün’ neden kurudu dersiniz?
15 yıl öncesine kadar 350 km. kare büyüklüğünde olan bu göl zaman içerisinde nasıl kuruyup da, altındaki toprak zemin yerüstüne çıkıverdi?
“Ekmek elden, su gölden” mantığıyla hareket edilip;
Yörede yaşayan insanlar bu gölün suyunu bilinçsizce ve hovardaca bol miktarda mı harcamış olabilirler mi?
Bilinçsiz bir şekilde ‘kaçak kuyular’ mı açtılar?
“Koskoca gölün suyu nasıl olsa tükenmez” diyerek, kuralsız sulama tekniklerini mi uyguladılar? vesaire, vesaire…
Soruları uzat, uzatabildiğin kadar…
Öyle veya böyle bu gölün eksenini dolduran insanoğlu zaman ve süreç içerisinde -bir şekilde- ve bilime ve bilimselliğe inanmadıkları için koskocaman gölü, göz göre-göre kuruttular…
Özetleyerek ve bu konuyu diğer felaketlere bağlayarak özetleyip sonlandıracak olursak;
“Yahu bu felaketler bizim yakamızı niye bırakmıyor?”
Akılımıza gelenleri sıralayacak olursak;
Sel felaketleri bitiyor, andından orman yangınları yetişiyor…
Orman yangınları bitiyor;
Deprem felaketleri kapımızı çalıyor…
Doğa felaketleri bitiyor;
Tren kazaları olmazsa, trafik kazaları birbirini izliyor…
Hele hele (birçok ülke çözümünü bulmasına rağmen) şu PANDEMİ belası başımızdan bir türlü öte gitmiyor!
Ve bu ardı-ardına yaşadığımız felaketleri neye bağlasak bilmem ki;
“Nazar mı değdi?” desek?
Neyimize göz değip de, nazara geleceğiz?
“Acaba birilerinden beddualı mıyız?” diye düşünsek;
Siz bu konuda nasıl düşünürsünüz orasını bilemem ama bu bana biraz daha mantıklı geliyor…
Neden böyle düşünüyorum?
Çünkü, mademki bir dinin ‘duasına’ ve bedduasına’ inanan bir inancın mensuplarıyız!…
‘Duaya’ inanıyorsak ‘bedduaya’ da inanmak zorundayız…
Yani kısaca demem o ki;
“Acaba” diyorum…
“Bu ülkeyi tehlikelerden kurtarıp, bizlere ‘bağımsızlığı’ ikram edenlere ‘hakaret yağdırdığımız’ için onların ruhu nerelerde dolaşıyorsa; bizlere ‘beddua’ etmiş olabilirler mi? diye de düşünüyorum açıkçası…
Bu konuda siz ne düşünürsünüz orasını bilemem…
Onun için sizin görüş ve düşüncelerinizi de çok merak ettiğim için şimdi sözü sizlere bırakıyorum…
Buyurun…
Şimdi söz sırası sizin…