Yazının üst başlığında geçen ifade her ne kadar ‘Giresun Öğretmen Okulu’ biçiminde olsa da, eğitim gördüğümüz okulun resmi kayıtlardaki asıl ifade biçimi ve okulun kapısındaki asılı duran tabeladaki adı: Giresun Kız İlköğretmen Okulu idi…
Neden öyleydi?
Çünkü o yıllarda öğrencilerin; yatıp-kalkması, yiyip-içmesi ve tüm eğitim giderleri devlet tarafından karşılanıyorsa bu okulların adına yatalı okul deniyor, erkek veya kız hangi öğrenciye yönelik ‘yatılı’ olarak kapılarını açıyorsa, okulun ismi de ona göre veriliyordu…
Erkek öğrenciler yatılıysa; Erkek İlköğretmen Okulu…
Kızlara yönelikse; Kız İlköğretmen Okulu olarak isimlendiriliyordu…
Birde bu okullara kendi gereksinimlerini kendilerinin karşıladığı ancak bu öğrencilerde diğer ‘yatılı’ öğrenciler gibi sınava girip, sınavı kazandıktan sonra bu okula devam edebiliyor ve bu tarz eğitim alan öğrencilere de; ‘Gündüzlü’ öğrenci ifadesi kullanılıyordu…
Yani özet olarak, ister devletin olanaklarından yararlanarak okusun, ister kendi olanaklarıyla okumak istesin; her iki durumda da Öğretmen Okulu sınavını kazandıktan sonra ancak ‘Öğretmen’ olabilmek için öğretmen okuluna devam edebiliyorsun…
Şimdi her ne kadar bizim ‘öğretmen’ olabilmek için eğitim gördüğümüz okulun adı; Kız İlköğretmen Okulu olsa da, ben daha çok ‘Öğretmen Okulu’ ifadesini kullanarak sizlerle sohbetime devam edeceğim…
Bizim Giresun İlköğretmen Okulu 1962 yılında kurulmuş olup, 1975 yılına kadar aynı isimle eğitim vermeye ve öğretmen yetiştirmeye devam etti ve eğer yanılmıyorsam son mezununu da 1975/76’larda vererek statüsüne son verdi…
Şimdi bu kadar gevezelikten sonra Öğretmen Okulunun o muhteşem ve tadına doyum olmaz havasına!
Çoğumuz köylü, kasabalı ve dar gelirli aile çocuklarıyız…
Onun için ne edip/edip mutlaka öğretmen okulu sınavını kazanmalıyız…
Ve en kestirme yoldan mesleğe atılıp ‘Öğretmen’ olmalıyız…
Bir an önce anamıza/babamıza ekonomik olarak katkı sağlamalıyız…
Bu ve buna benzer düşüncelerle giriverdik öğretmen okulu sınavlarına…
Dualarımız ve düşlerimiz gerçekleştirecek bir biçimde sınavı kazandık…
Ve elimiz yüreğimizin üzerinde de olsa kapağı öğretmen okuluna attık!
Biraz öncede belirttiğim gibi ‘öğretmen’ olabilmek için eğitim göreceğimiz okulun adı; Giresun Kız İlköğretmen Okulu…
Adı üzerinde okulun dörtte/üçü, dört-bir yandan gelen kızlarla dolu…
Her biri birbirinden güzel…
Biz köy çocuklarının gözünde; her biri cennetten çıkmış bir Huri sanki!
Ela gözlüler, kara gözlüler…
Esmeri bir başka güzel, sarışını bir başka!
Her biri dört-bir yandan sözleşmiş gibi gelip doluvermişler sanki Giresun Kız İlköğretmen Okulunun bahçesine…
İşte bu manzara-i umumiye içerisinde buldum ben kendimi birdenbire!
Okula ilk başladığım gün heyecanımla-şaşkınlığım tavan yaptı adeta!
Hatta şaşkınlığım mı daha çok tavan yaptı, yoksa heyecanım mı inanın onu bu yaşa geldim hala anlamış ve bir yere oturtabilmiş değilim!
Nasıl oturtabilirim arkadaş?
Biraz öncede ifade ettiğim gibi Doğu Karadeniz’in ne kadar güzel kızları varsa, sanki hepsi Giresun Kız İlköğretmen Okuluna doluşmuşta, benim gibilerin gözlerini kamaştırıyor her birisi adeta!
Hele-hele (benim gibi kız kardeşi olmayan birisi ise) değil şaşkınlıktan bazı teneffüslerde sınıfları bile şaşırıp D Şubesine gireceğim yerde C Şubesine veya başka şubelere girdiğim çok olmuştur!
Oooooy!
Kızların arasından çıkıp da, daha asıl anlatacağım konuya giremedim be!
****
Öğretmen okulu…
Hele, hele Giresun Kız İlköğretmen Okulu…
Sınıflar cıvıl cıvıl…
Teneffüs aralarındaki cıvıltıların güzelliği bir daha başka güzel!
Hafta sonu ‘Tiyatro ve Müzik Salonunda’ sınıfların yaptığı sanat etkinliği ve bu etkinlikler esnasında sevdiğini bir türlü söyleyemediğin kızı kollaştırıp, bir kenara çekip de, nasıl ‘sevdiğini’ nasıl söyleyeceğinin düşlerini kurmak…
İnanın sevdiğiniz kıza bir fırsatını bulun ‘sevdiğinizi’ söyleyemezseniz de, onun düşlerini kurma heyecanı bile bir başka güzellikte oluyordu…
Her neyse…
Öğretmen okullarında hem sanatsal, hem de spor etkinliklerine daha çok önem verilirdi…
Onun için bizim öğretmen okulunun da gerek spor, gerek sanatsal veya diğer kültürel etkinlikleri bir hayli fazla olurdu…
Gençliğimizin heyecanını da içine katacak olursak, en çokta 16 Mart Öğretmen Okullarının Kuruluş yıllarını kutlamak için tüm okul öğrencilerinin ortak yaptığı programlar bir başka güzellikte olurdu…
Stadyumlarda topluca yapılan 19 Mayıs hareketleri bir başka güzellikte olurdu…
Hele-hele Öğrenci Örgüt Seçiklerinin heyecanı… (tedirgin olmanıza gerek yok, bu öğrenci örgütleri tüm öğretmen okullarında yasaldı)
Öğrenci Örgüt Seçimleri, her ne kadar ufak-tefek geçici kırgınlıkları ortaya çıkarsa da, fazla zaman geçmeden yine sarmaş-dolaş olu-verirdik…
Hey gidi günler hey!
Hani söylerler ya; “Dünyaya tekrar gelsen bu kez ne yapardın” diye…
İnanın ben hiç tereddüt etmeden yine o günlerin Öğretmen Okulu derdim
Şimdi düşünüyorum ve bugünlerle mukayese ediyorum da;
Biz bütün yoksulluklarımıza rağmen, çok şanslı bir nesilmişiz…
Evet, bugünkü gibi dijital ortamlar ve teknolojik zenginliklerimiz yoktu ama onun yerini dolduracak samimiyetimiz ve dostluklarımız vardı…
İlan ettiğimiz sevgimiz ve saygımızın hiçbirisi hormonlu ve suni değildi…
Her şey organik ve özsuyumuzla yoğrulmuş bir biçimde doğaldı…
Onun için birbirimize ölümüne kenetlenmiştik…
Toplumsal sorumluluklarımızı ve idealizmimizi biz bu okullarda almıştık!
Ve öyle çıkmıştık yola…
Ve hala da bu yolun yolcusu olarak yürüyoruz…
Yürüdüğümüz yere kadar da yürüyeceğiz…