“EGEMENLİK MİLLETİNDİR” SAHİDEN MİLLETİN MİDİR? |
Sevgili dostlar,
Değerli canlar,
Bugün günlerden 8 Nisan..
Bu tarihin bizim için çok büyük bir önemi var…
Hemde öylesine büyük bir önemi var;
Öylesine büyük bir önemi var ki…
Eğer gerçekten özgürlüğü, eşitliği, adaleti ve ulusal egemenliği gerçekten istiyorsak…
İçselleştirerek gerçekten benimsemeyi düşünüyorsak…
Ve bu değerlere millet olarak topyekun gereksinim duyuyorsak..
Samimi duygularımızla sahiden ‘Milli irade’ denilen şeyin;’ belli imtiyaz sahipleri ve elit tabakaların elinde değilde;
Gerçekten milletin elinde ve kontrolünde olmasını istiyorsak…
Sabahlara kadar uzun uzun düşünmemize hiç gerek yok!
Bundan yüz yıl önce Atatürk’ün TBMM’sini hangi koşullar altında kurup ve hangi felsefeye ne dediğini (Atatürk’ün yüzünü görmeye gerek de yok) ne dediğini bilelim bize yeter…
Peki ne diyordu 8 Nisan 1923 yılında Mustafa kemal Atatürk;
“Özgürlüğünde,
Eşitliğinde,
Adaletinde,
Dayanağı ulusal egemenliktir.”
Eeee!
Bu sözlerin ne anlama geldiğini bilenler için şimdi sabahlara kadar uzun uzun düşünmemize gerek var mı Allah aşkına?
Bence yok…
‘Özgürlük’ gibi bir değeri kim reddedebilir ki?
‘Eşitlik’ sözcüğünden olsa-olsa kimler rahatsız olabilir ki?
‘Adalet’ gibi kutsal bir değer, belli kesimler içinde değil de herkes için kullanılıyorsa; kim ne kaybeder!?
(Ha söz adaletten açılmışken, unutmadan şunu da söyleyeyim; Kadılık sisteminin yani Şer’i mahkemelerinin ortadan kaldırıldığı tarihte 8 Nisan 1924’tür biline.)
Nerede kalmıştık?
Ha, bu ülkenin ‘Kurtuluş ve Kuruluş’ öncüsü M. Kemal Atatürk’ün bundan 100 yıl önce TBMM’sini kurduktan sonra 8 Nisan 1923 tarihinde söylediği şu söz üzerinde duruyorduk;
“Egemenlik Kayıtsız şartsız Milletindir”
Peki, düşünsel ve yönetsel felsefi olarak 100 yıl önce söylenip ve bu sözle yola çıkmamıza rağmen böyle mi yol alıyoruz?
Yani bugünkü siyasal yönetim sistemimiz, M. Kemal Atatürk’ün dediği gibi mi yol alıyor?
Yoksa o bu dünyadan ayrıldıktan sonra onun yokluğunu fırsata dönüştürenler “bildiğim bildik, çaldığım düdük” dercesine yine eski tas, eski hamam devam mı ediyoruz?
Siz nasıl düşünürsünüz orasını pek bilemem ama…
Bu -örtülü sorunun- yanıtı bir an önce açıklamaya muhtaç diye düşünüyorum ben..
Ama illada önce sen söyle düşündüklerini diyorsanız…
Ben şahsen -kimse kusura bakmasın- şöyle düşünüyorum..
Ve cumhuriyetin kuruluşundan, günümüze kadar yaptığımız yolculuğun (küsur yıllarını atarak) diyorum ki;
Şöyle ki;
1923-2938 Atatürk’ün sorumlu olduğu yıllar;
Ki; bu yıllar, karanlık ve kör kuyulardan çıkıldığı yıllardır.
Saltanat gelenek ve alışkanlıklarının ortadan kaldırılıp onun yerine, halkın ortak çıkarlarına yönelik devrim ve reformların yapıldığı yıllardır.
Kamunun, yani toplumun ortak çıkarları adına 46 Fabrikanın kurulduğu yıllardır.
1938-1950 yılları arası İsmet İnönü’nün sorumlu olduğu yıllar;
Köylere ışık taşımak için Köy Enstitülerinin kurulduğu yıllardır.
Bu yıllar da 2. Dünya savaşının patlak verdiği ve Parlamenter demokrasiye geçilmesine karar verildiği yıllardır.
Yani toprak ağaları ve onları temsil etmek isteyenlerin bir taraf geçtiği…
Bir tarafa da beyninde -az buçuk- Atatürk felsefesini taşıyanların kümelenip ayrıştığı yıllardır…
1950-1960 yılları arası başbakan Andan Menderes’in daha çok ABD Patentinin topluma sevdirilmeye çalıştığı…
NATO’ya girmek için can attığımız ve can verdiğimiz yıllar olup;
Slogan olarak da “Ülkemizi küçük bir Amerika yapacağız” denilen yıllardır..
1960-1980 arası (aradaki koalisyonları pas geçiyorum) ‘Çoban Sülo’ unvanıyla bu ülkeyi yarım asra yakın yöneten Süleyman Demirel dönemidir.
Yani Türkiye’nin dört-bir yanına kurulan Amerikan Üs’leri için; “Üs yok, tesis var” diyerek, Adnan Menderes’in eksik bıraktığı ve tamamlayamadıklarını ‘Çoban Sülo’nun’ tamamladığı yıllardır.
1980-1990 Yılları arası Askeri Darbenin şefi Kenan Evren ve onların sivil uzantısı olan Turgut Özal’ın sorumlu olduğu yıllar.
Ki; bu dönemi 24 Ocak kararları başta olmak üzere, TL’nin ortadan kaldırılıp ‘dolarlarla’ alışveriş ettiğimiz yıllar olup ve;
“Köşeyi dönen bendendir”
“Ben fakiri değil, zengini severim” denildiği yıllardır.
1990/2000 arası ise (yine koalisyon ağırlıklı geçmiş olup) ancak bu döneme damgasını vuran siyasi lider ise bir yanı resmen Amerikan vatandaşı olan Başbakan Tansu Çiller hanımefendidir.
Ve (2 yılın hesabı sorulmaz) 2000 yılından 2020 yılına kadar olan yaklaşık 20 yıllık siyasal iktidar yönetimiyse, şu an yönetimi hala elinde bulunduran ve sürdüren iktidardır..
(bu 20 yıllık dönemin analizini yaparsak tövbe şart olsun!)
Bu dönemin yorumunu ve takdirini de sizlere bırakıyorum..
Ve sizler bu konunu üzerinde düşünürken de ben sohbetimizi yavaş yavaş toparlayarak özetliyorum.
Ancak, Mustafa Kemal Atatürk’ün “Egemenlik Milletindir” sözünü bir kez daha anımsatıyor ve bu konuda yaptığı bir konuşmayı da sizlerle paylaşmak istiyorum ve o da şu;
“Toplumda hiçbir kimse, hiçbir zümre, hiçbir sınıf ya da gurup, doğrudan üstün emretme gücüne sahip olamaz.Toplumda üstün emretme gücünün tek kaynağı ve tek sahibi milletin kendisidir.”
Demiş demesine de..
Gerçekten durum böyle midir?
Yani “egemenlik” gerçekten de milletin midir?
Yoksa siyasi parti liderlerinin mi?
Sermayenin mi?
Toprak ağalarıyla, fabrika patronlarının birlikteliği mi?
Tarikat ve cemaat liderleri mi daha çok egemen bu konuda?
Bizlere düşen şey; en çok bu soruların üzerinde düşünmek!
Aaaahh, ah!
Ne deyim, nasıl ifade edeyim bilmem ki;
Mustafa kemal Atatürk’ün dediği gibi keşke “egemenlik milletin” olsa…
Keşke, siyasi parti liderlerinin parmak işaretiyle gösterdikleri değilde;milletin işaret ettiği kişilerde Mustafa kemal Atatürk’ün 100 yıl önce kurduğu çatının altına gidebilseler..
Keşke, cüzdan gücüyle değilde, temsil yeteneği ile TBMM çatısı altında gidip ‘egemenlik milletindir’ sözünü temsil edebilseler..
Fena mı olur?
Tam tersine işte o zaman ‘Egemenlik Milletindir’ sözü ‘cuk’ diye yerine oturur!
Hoş kalın,
Hoşça kalın,
Sevgiyle kalın,
Korana Virüsünden uzak;
sağlıklar içerisinde kalın..