Ülkemiz 15 Temmuz gecesi başarısız bir darbe girişimi yaşadı. Ordu içindeki cemaatçi askerlerin darbe girişimi başarısız oldu.
Pek çok açıdan olayı ele almak ve irdelemek gerekmektedir.
Öncelikle ele alınması gereken, TSK içine cemaatçilerin nasıl sızdığı ve nasıl orgeneral rütbesine kadar yükselebildiğidir.
Bildiğim kadarıyla askeri liselere ve Harp Okullarına öğrenci alırken titiz bir incelemeden geçirilir. Demek ki o ‘titiz’ incelemeden geçebilmişler…
Öğrenci iken de, mezuniyet sonrası TSK’da görevde iken de gerekli takibatlar yapılır. İrticai faaliyet içinde olanlar atılır.
2006 sonrasında yani Sezer sonrasında irticai faaliyetten dolayı ihraç yaşanmadı! Bu nedenle bir şekilde TSK içine sızmış olan cemaatçiler korundu. Rütbe aldılar ve çeşitli makamlara gelebildiler.
Sadece ordu içinde mi bir yerlere gelebildiler? Elbette hayır…
Tüm kurumlarda korundular ve kollandılar. Makam sahibi edildiler. “Beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yapan yağmurda” türkülerini birlikte söylediler.
Hatta iktidarın en yetkilisi, cemaatçiler için, “ne istediler de vermedik” diye ekranlardan açıklama yaptı. Demek ki her istediklerini aldılar.
İktidar ile cemaatin balayı bitene kadar can ciğer kuzu sarması idiler.
Kaymakam olmak isteyen cemaatten referans alacaktı…
Hâkim veya savcı olmak isteyende cemaatten referans almak zorunda idi.
Polis okulları cemaatin kontrolüne bırakılmıştı. Dolayısıyla emniyette! Özellikle de istihbarat.
Milli Eğitim içinde de etkin olmuşlardı…
Devlet her ile Üniversite, neredeyse her ilçeye MYO açıyordu ama KYK öğrencilerin kalacağı yurt yapmıyordu.
Ama buralarda cemaat yurtlar yapıyor, pansiyonlar açıyordu. Öğrencilerde buralarda kalmak zorunda bırakılıyordu.
Ayrıca üniversite ve yüksekokul bulunan il ve ilçelerin mahallelerinde “ışık evi” denilen dayalı döşeli evler açıyorlardı. Buralarda kalan “abi” ve “ablalar” mahalle çalışmaları yapıyorlar, mahallenin ilköğretim veya ortaöğretim öğrencilerine ücretsiz ders çalıştırma yolu ile öğrenci devşirmeye çalışıyorlardı. Buralarda her Perşembe akşamı mahalle halkının katıldığı sohbet toplantıları düzenlenerek ‘irşat’ faaliyetinde bulunuyorlardı.
Hedef “altın nesil” yetiştirmekti…
Bu “altın nesil” ile ilmiye, adliye, mülkiye ve askeriye içinde etkin olmayı böylece devleti önce kontrol altına almayı sonrada ele geçirmeyi planlıyorlardı.
Bu nedenle her iktidar ile iyi geçiniyorlardı.
Ancak en çok yardım ve desteği AKP iktidarından gördüler. Adeta iktidarın koalisyon ortağı gibi idiler…
Yolları ayrılana kadar ‘beraber yürüdüler’…
Her istediklerini aldılar.
Birlikte TSK’ya “kumpas” kurdular.
Ne zaman çıkarları çatışmaya başladı, işte o zaman aralarına ‘kara kedi’ girdi. Yollar ayrıldı.
‘Kara Kedi’ dershaneler oldu…
Cemaat, dershanelerin ve dershane yayınlarının %70’inde söz sahibi olmuştu. Eğitim sektöründen ciddi gelirler elde ediyordu.
Aynı zamanda bu yolla velilere kolayca ulaşabiliyordu… “Altın nesil” yetiştirmek için de dershaneler ile sahip olduğu özel okullar oldukça önemli idi…
İktidar TÜRGEV ile bu alana göz koydu ama cemaat direndi… Bu sorun, yol ayrımının temelini oluşturdu.
Dershanelerin kapatılması süreci bu nedenle başlatıldı.
Özel Öğretim Kanunu bu nedenle yeniden düzenlendi…
17-25 Aralık bu mücadeleden dolayı ortaya çıktı. Kamuoyu iktidarın yolsuzluk dosyalarını cemaatçilerin servisleri ile öğrendi… İlk cemaatçi kadroların tasfiyeleri de bu süreçte başladı.
17-25 Aralık, geçmişte beraber yürüyenlerin yol ayrılığını daha da artırdı.
Ve bu mücadele 15 Temmuz gecesi başarısız bir darbe girişimine neden oldu. Darbe bastırıldı.
Darbe girişiminde bulunan cemaatçi subaylar, TBMM’yi, Ankara Emniyet Müdürlüğünü, MİT binasını ve Özel Hareket Merkezini tahrip ettiler.
Çok sayıda can kaybı yaşandı.
Askeri darbe girişiminin başarısız olması sevindiricidir.
Ancak darbe girişiminin bastırılması sonrasında yaşanan gelişmeler ‘sivil darbe’ konusunda kaygı vericidir.
Camilerden halkın sokağa davet edilmesi ve günlerdir AKP tabanının kent meydanlarında tekbir sesleri ile ‘demokrasi kahramanlığı’ gösterileri iktidarın güç gösterisi olarak değerlendirilmelidir.
Sokağın kontrolü zordur.
Bu güne kadar teslim olan bir askerin boğazının kesilmesi dışında bir olay olmadı ama bu olmayacak anlamına gelmez.
O kalabalıkların yarın neler yapacağı kestirilemez. Sokak her türlü provokasyona da açıktır.
Bu nedenle tabanını sokağa davet eden iktidar, sokaktakilerin evlerine çekilmesini sağlamalıdır.
Bunu yapmaz ise; sokağa davet ettiği tabanının olası taşkınlıklardan iktidar sorumludur.
Dikkat çekici bir gelişmede başarısız darbe girişiminin arkasından geldi.
Tüm kurumlarda tasfiyeler başladı.
En çok tasfiye Milli Eğitim Bakanlığında oldu. 30 bin öğretmen açığa alındı veya tutuklandı.
Demek ki iktidar kimlerin cemaatçi olduğunu kayıt altına almış!
Neden bugüne kadar bekledi?
Darbe girişimi olmasaydı demek ki bu tasfiyeler olmayacaktı.
Bir başka gerçek daha var.
2010 KPSS sınavlarında ve PMYO sınavlarındaki kopya skandallarını o dönem yazdık. O tarihte balayı dönemi devam ettiği için kopya skandallarını dikkate dahi almadılar.
Şimdi görüyoruz ki o hileli sınavlar ile devlet kadrolarına yerleşenler tasfiye ediliyor.
Demek ki 2010 da bizler haklıymışız.
O halde bir gerçeği daha ifade etmek gerekiyor.
Demokrasi sözle olmuyor. Olmazda…
Demokrasi, eşitlik, özgürlük, laiklik ve çoğulculuk esasına dayanmalıdır.
Çoğunlukçu demokrasi anlayışı olsa olsa bütüncül demokrasilere yol açar!
Tek parti egemenliğine dayalı otoriter bir yönetime neden olur.
Bu da çağdaş bir demokrasi olmaz!
Not: Dün 3 ay süreli OHAL ilan edildi. Ülke 3 ay Kanun Hükmünde Kararnameler ile yönetilecek. KHK’lar usül ve esas olarak yargı denetimine kapalı! Televizyonlara, gazetelere, derneklere kapatma cezası verilebiliyor. Toplantı ve gösteriler yasaklanabiliyor. Özgürlükler kısıtlanabiliyor. Ülkem zor bir sürece girmiştir…