DALDAN BİR YAPRAK DAHA DÜŞÜYOR İSMAİL AĞABEYİ DE BİZE VEDA EDİYOR |
Sözünü ettiğim İsmail ağabeyi de mi kim?
Anlatayım…
Hem de zaman tünelinin içerisine girerek anlatayım…
Bundan 45 yıl önce filan…
Yani 1970’li yılların başından 1980’li yılların başına kadar Derelispor Amatör futbol takımının antrenörlüğünü yapıyorum…
O tarihlerde maçlarımızı Giresun Atatürk Stadında yapardık…
Saha o zamanlar topraktı…
Ve en ufak bir yağmur yağdığında, sahanın birçok yerinde küçük göletler oluşurdu…
Ve az önce sözünü ettiğim İsmail YURT ağabeyi ise Beden Terbiyesi İl Müdürlüğü bünyesinde memur statüsünde çalışırdı…
Ve yağan yağmurların oluşturduğu göletlerle birlikte çamur tarlası olunca, İsmail ağabeyi maç öncesi -alt yapıda çalışan-hizmetlilerin başında durarak ve bazen de (işi hızlandırmak için) süpürge-küreği eline alarak, çalışan emekçilere yardım ederdi…
Yani; ‘boynumda kravatım var’ diye bunu sorun etmezdi…
Gocunmazdı, komplekse girmezdi…
Yaptığı çalışmaları gösteriş olsun, veya övgüye mazhar olsun diye yapmazdı…
Yani kısaca demem o ki;
Bazen stat denetçiliği yapan İsmail Yurt ağabeyimiz, bezende saha gözlemcisi ve saha müşahidi olarak da görev yapardı…
İsmail Yurt ağabeyimiz Akçalı köyündendi…
Yani Dereli ilçesinin Hisar-Köknürlı ve Tepe Köknarlı köyüyle sırt sırta veren bir köyün insanıydı İsmail ağabeyi…
Köylerin böyle sırt-sırta verişinden midir bilemem;
Bizim il merkezinde en ateşli taraftarımız İsmail Yurt ağabeyi idi…
Ki, o tarihlerde Giresun il merkezine yerleşmiş Derelili sayısı şimdiki gibi 30 bin değil, 30 hane filandı…
Kim bilir; İsmail ağabeyi belki de bizim merkezde pek taraftarımız olmadığı için bizi destekliyordu…
Hatta salt Derelispor’u desteklemekle kalmıyor, bana da bir ayrıcalık yapıp ve beni çok seviyordu…
Bu özel sevgisine de şöyle ifade etmek isterim…
Ben o tarihlerde alkol kullanıyordum…
Ve o kış günlerinde, yedek kulübesinde otururken maç bitimine kadar en az iki şişe ‘Cep Kanyağı’ tüketiyordum…
Aslında saha içerisine silah, kesici alet ve kanyak gibi alkollü içeceklerle girmekle yasaktı…
Ancak, ben paltomun iç ceplerine -cep kanyağımı- yerleştiriyor ve bir şekilde yedek kulübesinde bir yandan maçı izleyip, oyunculara taktik verirken, arada-bir (çaktırmadan da) kanyağımı yudumluyor ve ağır-ağır kafayı da buluyordum…
Şişeler bitince de, boş şişeleri dalgınlıkla oturduğumuz oturakların altına atıyordum…
Saha görevlisi İsmail ağabeyi bu ‘kanyak şişelerinin’ bana ait olduğunu biliyordu…
Ama temizlik yapan işçilere bunun benim olduğunu söylemiyordu.
Söylemiyordu, söylemesine ama…
Bir gün canına tak etmiş olacak ki, bir maç öncesi bana;
“Yahu Şaban hocam, spor adamlarının sahaya kanyak gibi şeyler getirip içmesi yasak. Bari içiyorsun, oturduğu oturağın altına atma, çıkarken götür de uygun bir yerde çöpe at” diye kibarca tembih ederdi…
Yani beni severdi…
Bende onu sever-sayardım tabi…
Vay be!…
Demek buraya kadardı ha İsmail ağabeyi…
Demek, en sonunda sende ayrılmaya karar verdin bu dünyadan ayrılıp, öte dünyaya göç etmeye ha?
Senin yola çıktığını Hasan Ali Tek bana telefonla bildirince (beni şimdi duymuyorsun ama) inan çok sarsıldım be İsmail ağabeyi…
Demek gidiyorsun…
Demek yarın Akçalı köyünde sevenlerine elveda ediyorsun…
İnan bana İsmail ağabeyi…
Senin bu ‘son yolculuğa’ çıkışını öğrenen Derelispor’lu (senin döneminde futbol oynayan futbolcularda) çok üzülecek…
Koşullarımız gereği seni -son yolculuğunda- uğurlamaya da gelemiyoruz ki…
Güle güle git İsmail ağabeyi, güle güle git…
Yolların ışık, mekanın cennet olsun…
Güle güle git…