BİZ CEHALETİ YOK ETMEYE YEMİN ETTİK İLK ŞEHİDİMİZİ DE MENEMEN DE VERDİK |
Nasıl mı verdik?
Anlatalım…
Emperyalist işgal güçleriyle -görülmesi gereken- hesap görülmüş…
Saltanat ve hilafetçilerin defteri dürülmüştü;
Ve yepyeni bir sayfa açılmıştır geleceğe dair…
Yani;
Çağın, bilimin yolculuğuna ayak uyduracak, ışık tutacak yeni bir yolculuğa başlanmıştır…
Başlanmıştır başlanmasına da;
Karanlıklarda yaşamasını seven yarasalar boş durmamıştır…
Yapılmak istenen yolculuğun daha 2. kilometresinde…
Ve ‘İngiliz beslemesi’ Şeyh Sait öncülüğünde…
Yapılmak istenen ‘laik’ yolculuğa karşı;
“Şeriat İsterüüüük!!” isyanı başlamıştır….
Ve bu isyan bir şekilde bastırılmış…
İsyana kalkanlar gereken cezayı almış…
Ve ‘cumhuriyet’ yedi yaşına ayak basmıştır…
Basmıştır basmasına da;
“Şeriat isterükçüler” tekrar hortlamıştır…
Tarih; 23 Aralık 1930’dur…
Şeriat düzenini kurmak isteyenler Manisa’dan-Menemen’e doğru yola çıkarlar…
Bu seferki cübbeli ve sarıklı şeyhin adı; Şeyh Esat’tır…
‘Nakşibendi’ tarikatını yaymakla görevlendirdikleri ise şunlardır;
Laz İbrahim
Derviş Mehmet
Şamlı Mehmet
Sütçü Mehmet
Nalıncı Hasan
Küçük Hasan….
Yola çıkarken biraz esrar çekerler…
Yani kafaları iyice bir tütsülerler!…
Sabahın alacakaranlığında Menemen’e gelirler…
Saban namazını kılmaya gelen cemaat ile birlikte camiye girerler.
Kıyak kafalarla ‘sabah namazlarını’ kılarlar….
‘Şeriat İsteyenler’ camideki ‘yeşil sancağı’ alarak dışarı çıkarlar…
Ve kendini ‘mehdi’ ilan eden Derviş Mehmet bir yükseltinin üzerine çıkarak….
Ağzından köpükler saçarak…
Camiden çıkan cemaate şöyle seslenir;
“Şapka giyen kafirdiiiiiirrr!”
“Yakında yine şeriata dönülecektiiiirr!”
“Şu an 70 bin ‘Hilafet Ordusu’ yola çıkmış gelmektediiirr”
“Şeriat bayrağı altında toplanmayan kılıçtan geçirilecektiiirrr!” gibi;
Konuşmalarla Menemen halkını galeyana getirmiştir kara cübbeli sarıklı Derviş Mehmet…
Ve bu ‘gerici, şeriatçı isyan’ tez zamanda Menemen’e yayılmıştır…
Bu ‘irticai başkaldırı’ ilçede bulunan askeri birlikler tarafından duyulmuştur…
İsyanı bastırmak için;
Askerliğini ‘Yedek Subay Öğretmen’ olarak yapan Hasan Fehmi Kubilay görevlendirilir…
Hasan Fehmi Kubilay öğretmen, askere gelmeden önce Balıkesir Gönen’de (eşi de öğretmen olan) Fatma Vedide ile birlikte aynı okulda öğretmenlik yapmaktadır…
‘Vedat’ adında birde çocukları vardır…
Ve 24 yaşında olan Hasan Fehmi Kubilay öğretmen askerliğini bir an önce bitirip, tekrar eşinin ve çocuğunun yanına dönmek için can atmaktadır…
Fakat, o böyle süslü düşler kursa da;
Kör kuyuların içinden çıkıp, onu biraz sonra öldürecek yobaz takımı pusuda yatmaktadır…
Yedek Subay Öğretmen, Hasan Fehmi Kubilay olay yerine gelir…
Ve ‘şeriat isteyen’ isyancılara şöyle seslenir;
“Teslim olun” der…
Ancak, bırakın teslim olmayı…
Ağzından köpükler saçarak konuşan ve kendini ‘Mehdi’ ilan eden Derviş Mehmet daha da çok azgınlaşarak;
“Ne teslim olması, asıl siz teslim olun”
“Bana kurşun işlemez” diyerek, halkı daha da galeyana getirir…
Ve ‘isyancıların’ teslim olmayacağı anlaşılınca (içerisinde gerçek mermi olmayan ve sadece barutla doldurulan tüfekleri) sadece korku salmak için, askerlerine ‘havaya ateş’ etme emri verir Yedek Subay Kubilay öğretmen…
Bunu fırsata dönüştüren ‘tüfekli yobazlar’ askerlerin ve Kubilay’ın üzerine ateş ederler…
Yedek Subay öğretmen Kubilay yaralanır…
Ve sürüne sürüne caminin avlusuna gelir ve bir yere sığınır…
Ancak, Derviş Mehmet adamlarıyla birlikte yaralı Kubilay’ın yanına gelir…
Belinden ‘bağ bıçağını’ çıkararak, Kubilay’ın başını gövdesinden keserek ayırır…
Kubilay’ın kesik başını ‘yeşil sancağın’ sopasına geçirerek sokaklarda dolaştırmaya başlarlar…
(Öğretmen Kubilay ile birlikte Bekçi Hasan ve Şevki’de öldürülmüş, ancak onların başları kesilmemiştir.)
Olaylar gitgide büyümeye başlayınca, takviye kuvvetleri gelmiş ve İsyancıları teslim almışlardır…
Bu olayı Mustafa Kemal Atatürk’e duyurduklarında ise Atatürk adeta çileden çıkmış ve hırsından şunları söylemiştir;
“Baştan aşağı yakın Menemen’i”
Peki, karısı nasıl duymuştur kocası Kubilay’ın ölümünü?
Onu da gelin, 1983 yılında Hikmet Çetinkaya’nın, Kubilay’ın karısı Fatma Vedide öğretmenle yaptığı söyleşiden dinleyelim;
“Biz o yıllar iki genç öğretmendik.
Yani Atatürk ve Cumhuriyetin öğretmenleri…
Biraz önce söylediğim gibi, ben ve Kubilay gerçekçi kişilerdik…
Akılcı yol neyse ona inanırdık…
Din hususunda da öyle..
Nitekim o, şeriat isteyenlerin kurbanı oldu…
Çevresine karşı gerçekçi bir tavır alırdı..
Sürekli vatan meselelerini konuşurdu…
Ülkesini seven, öğrencilerini ve Atatürk devrimlerini seven bir öğretmendi.”
Gazeteci Hikmet Çetinkaya, ölüm haberini nasıl duyduğunu soruyor ve ona da şöyle yanıt veriyor;
“Gazeteden öğrendim.
Gönen’deydim..
Gazetelere meraklıyımdır.
Ders bitimi sonu Başöğretmen odasına gittim.
Gazeteler masanın üzerindeydi.
Bir gazetede Kubilay’ın resmini gördüm.
Okudum;
Hıçkırmaya başladım.
İnanamıyordum…
Vadat’ı öyle bıraktım. (bebeğini)
Bizi Balıkesir’e götürdüler..
Kubilay için bir toplantı düzenlemişlerdi.
Hemen orada bir konuşma hazırladım.
Şimdi ne yazdığımı, ne konuştuğumu pek anımsamıyorum.
O zamanki hislerimle ne yazmışsam onları okudum.”
Ve 1983 yılında 75 yaşında olan Kubilay’ın sevgili eşi Fatma Nebibe öğretmen, gözleri nemli bir şekilde şöyle bitiriyor o söyleşiyi;
“Kubilay gitti,
Bundan kalbim sızlıyor.
Fakat icabında her muallim gibi bende, yavrumda kutsi inkılap uğruna ölmeye hazırız.”
Bundan 90 yıl önce Cumhuriyetin ilk ‘şehit öğretmeni’ Kubilay’ın sevgili eşi, bundan 37 yıl önce yapılan bir söyleşide 75 yaşındayken bu sözleri hala gençlik heyecanı içerisinde söyleyebiliyorsa…
Şimdi biz nasıl bitireceğiz bu sohbetimizi?
Herhalde şöyle bitirmeliyiz diye düşünüyorum;
Selam olsun;
Yüzünü aydınlıktan, çağdaşlıktan yana dönenlere…
Selam olsun;
Bilimin ve bilimselliğin yolunda yürüyen öğretmenlere…
Selam olsun;
İnsanlığın kurtulması için karanlığın dehlizlerinde ölenlere…
Selam olsun;
Kubilay gibi, cehaletin ve karanlığın üzerine yürüyenlere…
Selam olsun;
Bu yolculukta öğretmenleriyle birlikte olup direnenlere…
Bin kere selam olsun…