ARAP HARFLERİ GİDİYOR LATİN HARFLERİ GELİYOR |
Bugün; 3 Kasım
Bugün zaman tüneline girip;
Tam 92 yıl geriye gitmek lazım…
Çünkü;
3 Kasım 1928 tarihinde Arap harfleriyle okuma-yazma yolculuğuna resmen son veriliyor…
Latin harfleriyle yeni bir yolculuğa başlanıyor…
Gerekçesi;
Okuma-yazma yolculuğunda, Arap harfleriyle -bir arpa boyu- yol alınamadığı görülüyor…
Yani;
Yüzyıllarca yapılan yolculukta ancak %10 dolayında bir yol alınıyor.
Daha açık bir ifadeyle;
Der-Saadette saray ve saray ekseninde yaşayanlar…
Birde Anadolu’da derebeyi ve ağalığı olanların çocukları eğitimden yararlanabiliyor…
İşte Mustafa Kemal bu adaletsiz yolculuğa son vermek istiyor…
Ve cumhuriyeti kuran kadrolar arasında bazı itirazlar ve homurtular olsa da…
O büyük insan ‘Arap Harfleriyle’ yapılan eğitimi sonlandırıyor…
Ve (yeni harfler) olarak tabir edilen ‘Latin Harflerle’ yazma-okuma sistemini getiriyor…
Çünkü;
Toplumun belli kesiminin değil, tamamının okuyup-yazmasını ve bir an önce aydınlanmasını istiyor…
Yani;
Toplumun cahil kalmasını istemiyor…
Kendi mektubunu kindi yazsın, kendi okusun istiyor…
Yani;
İbadet ederken okuduğu duanın kendi dilinde manasını bilmek istiyor…
Yüzyıllarca bir kişinin veya iki kişinin okuduğu ‘kutsal kitabı’ kendi dilinde kendisinin de okumasını istiyor…
Siz bakmayın günümüzde adının önünde ‘Prof’ yazanın birinin;
“Ben cahilin ferasetine güveniyorum” demesine…
Anımsar mısınız bilmem…
Daha birkaç yıl öncesi manken bir hanımefendi ‘demokrasi bilinci ve kültürünün gelişmediğini’ ifade etmek için;
“Benim oyumla, dağdaki çobanın oyu bir olamaz” deyince; pusuda avını bekleyen ‘sinekten yağ çıkaranlar’ bunu tersine çevirip, halka; “Çobanı niye küçümsüyorsun?” şeklinde yansıtmışlardı….
Neyse, konumuz bu değil…
Konumuz; Harf Devriminin yapılması…
Ve 3 Kasım 8 tarihinde resmi gazetede yayınlanmış olması..
Peki yapılıyor da ne oluyor?
Ondan sonra ne gibi bir yol alınıyor?
Kıyıya-köşeye sapmadan, durun hemen onuda söyleyelim;
Bu işin önce bir ‘Alfabesi’ yazılıyor…
Üstelik, hem okullarda okutulması için…
Ve hemde ‘yetişkin’ halkın anlayacağı şekilde de bir ‘Alfabe’ yazılıp çiziliyor…
Peki daha sonra ne oluyor?
Bir ‘eğitim seferberliği’ başlatılıyor…
“Bilen, bilmeyene öğretsin” felsefesi pratiğe taşınıyor…
Yetmiyor;
19 Şubat 1932 yılında Halk Evleri kuruluyor…
Ardından;
12 Temmuz 1932 yılında Türk Dil Kurumu kuruluyor…
Ankara başta olmak üzere 14 il merkezinde kurulan Halk Evleri çok kısa bir zaman diliminde bütün il ve kasabalarda da kurularak, okul olmayan yerlerde adeta bir okul görevi yapıyor…
Peki, 1928 yılından-1938 yılı Mustafa Kemal Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı tarihe kadar ‘okuma-yazma’ konusunda ne gibi bir ilerleme ve değişiklik oluyor?
Hemen söyleyelim;
İslamiyetin kabulünden bu yana kullanılan ve Arap Harfleriyle %8-10 dolayında olan okuma-yazma yüzdesi 10 yıl içerisinde %19-20 dolayına çıkıyor…
Çıkması gayet normal…
Çünkü toplumun bir an önce okuyup-yazma öğrenmesi ve cehalet bataklığından kurtulması için her aileye bir Halk Alfabesi dağıtılıyor.
Halk Evinin öncülüğünde, köylere eşeklerle kitaplar taşınıyor…
Bu sözünü ettiğim alfabeden kimler okudu onu bilemem ama…
Ben okudum…
Hatta -muhtarlık yoluyla- evimize Halk Alfabesi dağıtıldığına da tanık oldum…
Şimdi sohbet konumuzu toparlayarak özetleyecek olursak;
Bu benim güzel ülkem, salt savaşlar çıktığında ‘seferberlik’ ilan etmemiştir…
Cehaletin bir an önce ortadan kaldırılması içinde ‘seferberlik’ ilan etmiştir…
Bu tür ‘seferberliği’ ilan eden liderin adı da; Mustafa Kemal’dır…
Ve onun sağlığındaki kadrolarıdır…
Kabinedeki Bakanlarıdır…
Toplumcu bürokratlarıdır…
Mustafa Necati’dir…
Hasan Ali Yücel’dir..
İsmail Hakkı Tonguç (Babadır)
Şimdi birçoğunuz da çok haklı olarak diyecektir ki;
“Yahu hocam, 1928-38 arası okuma-yazma yüzdesi birdenbire %8 ve 10’dan %10 artarak yüzde 20’ye çıkmış tamam.”
“Bugün okuma-yazma yüzdemiz %98 oldu da ne değişti?”
“Okuma alışkanlığı yerlerde sürünüyor!”
“Yetkililer ‘kitap okuma alışkanlığının; %8-10’larda olduğunu söylüyor”
Yani daha kestirme yoldan söyleyecek olursak;
“Bu kezde okur-yazar cehalet denizinde yüzülüyor!”
Ama bütün bu olumsuzluklara karşın, biz yinede bardağın dolu tarafından bakalım…
Ve umudumuzu yitirmeyelim…
Ne diyordu ozanımız;
(….)
“sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir şafak vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için :
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
Denildi.”
————-
Bir başka sohbette görüşmek üzere;
Hoş kalın,
Hoşça kalın,
Sağlıkla kalın,
Ve birde;
Kitap okuma alışkanlığınız varsa, sakın bırakmayın….