Biz Müslümanlar, bu dünya hayatında bazen günahlar işleriz ve bu günahlarımızın şefaat müessesi dediğimiz sistem içinde affını bekleriz. Yani kısaca özetleyecek olursak, bizim işlediğimiz günahlar için Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizin Allah’tan (c.c.) şefaat ve bağışlanma dilemesini bekleriz. “Şefaat Ya Resûlallah” sözü de buradan gelmektedir.
Peki, vefat etmiş olan Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, dünya hayatında yaşamaya devam eden bizlere şefaat edecek mi? Asıl soru bu. Bu sorunun cevabı Furkan Suresi 70. Ayet’te bizlere açıklanmaktadır.
Peki, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz vefat ettiğine göre biz kimin önünde tövbe edeceğiz ve şefaat bekleyeceğiz? Bunun cevabı da Kur’an-ı Kerim’de:
MU’NİNUN-44: “Sonra Biz, Resûllerimizi ardarda (arası kesilmeksizin) gönderdik. Her ümmete Resûlü geldiği zaman, her defasında onu yalanladılar. Biz de onları birbiri arkasından (helâk ettik). Ve onları efsane kıldık. Artık mü’min olmayan kavim (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun.”
Yani Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Pey-gamber (Nebi) olmasının yanı sıra doğal olarak tebliğ yapan bir Resûl’du.
Yani kendi Devrinin İmamı’ydı. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) vefat ettiğine göre ve Mu’minun 44’te de Resûller kesintisiz ardı ardına geldiğine göre devrimizde de Nebi olmayan Resûller yani Devrin İmamları görev yapmakta. Yani kişi hangi dönemde yaşadıysa o dönemdeki Resûl’e yani Devrin İmamı’na tabi olmalıdır. Şefaat yetkisi de hayatta olan o Resûl’e aittir. Bu da Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde açıklanmakta:
Zalimler için, yakın bir dost ve şefaati kabul edilir bir şefaatçi yoktur. Çünkü şefaatin sahibi her devirdeki Devrin İmamı’dır. Devrin İmamı’nın şefaat ettiği kişiler ise dünya üzerinde kendilerine şefaat edilenlerdir. Kıyâmet günü şefaat söz konusu değildir. Şefaat, dünya üzerinde, hayattayken tatbik edilir. Bu sorunun cevabını Allahû Tealâ açık bir şekilde Nisâ-64’te açıklıyor.
Allahû Tealâ ahirette şefaatin mümkün olmadığını âyet-i kerimelerle bizlere anlat-maktadır:
BAKARA-48: “Ve, bir kimseden diğer bir kimseye, bir şeyin ödenmeyeceği ve ondan (hiç kimseden) bir şefaatin kabul edilmeyeceği ve hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve onlara yardım edilmeyeceği günden sakının.”
BAKARA-123: “Kimseden kimseye bir şey ödenmediği ve onlardan bir fidye (bedel) kabul edilmeyeceği ve kendilerine şefaatin fayda vermeyeceği ve onlara yardım olunmayacağı bir günden sakının. İnsan şefaatin ölümden sonra gerçekleşeceğini zannetmektedir.”
Oysa şefaat sadece bu dünya hayatındadır ve ölümden sonra şefaat söz konusu değildir !! Aşağıdaki Hadis-i Şerif’te ise benzer bir ifade vardır:
“Kıyamet günü şefaat isteyenlere sözüm. Kıyamette şefaatim yoktur. Dünyada iken yeterince uyarılmadınız mı?” (Hadis-i şerif Sahih buhari. 8.cilt 1282 hadis)
14 asır evvel Allahû Tealâ, sahabenin bütün günahlarını Peygamber Efendimiz’in şefaati ile sevaba çevirmiştir. Bir tarafta Allah’ın şefaate memur ve mezun kıldığı Resûl, diğer tarafta nefsine zulmederek günah işlemiş kimseler vardı. O nefsine zulmeden kişiler, Allah’ın kendileri için görevli kıldığı Resûlullah Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in huzurunda günahlarından dolayı tövbe etmişler ve mağfiret talebinde bulunmuşlardır. Resûlullah (s.a.v.) de onlar için Allahû Tealâ’dan mağfiret dilemiştir ve Allah her iki talebi de kabul etmiş ve günahlarını sevaba çevirmiştir.
Bunu da Tevbe 100’de Allah’u Teala açık-lamıştır.
Sabikûn, hayırlarda yapılan müsabakalarda dereceye girenler, 1., 2. ve 3. sırayı kazananlardır. Yani ulûl’elbab, ihlâs ve salâh makamlarının sahibi olanladır. Tabiin ensara da, muhacirîne de ihsanla tâbî olmuştur. Ve burada bütün sahâbenin irşad makamına ulaştığı çok kesin ifade edilmektedir.
İster ensardan olsun ister muhacirînden, sahâbeye tâbî olanlara tabiin denir. Daha sonra tebei tâbiin de tâbiine tâbî olmuştur. Ve böylece zamanımıza kadar tâbî olanlar bir silsile halinde gelmiştir.
Hamdolsun ki, her devirde ve zamanımızda da Allah’ın yoluna ihsanla tâbî olarak giren yüz binlerce, milyonlarca insan vardır.
Bu âyet, bütün sahâbenin İrşad Makamı’na tayin edildiğini gösteren, bihakkın takvanın (Hakk’ul yakîn takvasının) işaretlerini taşıyan önemli bir âyettir. Fevz-ül azîm kelimesi bu en üst takva seviyesinin işaretidir. Sahâbeye tâbiinin tâbiiyetinin ihsanla (mürşide ulaşmadan evvel kişiyi ölü iken hayata geçiren 12 ihsan) oluştuğu kesinleşiyor. Buradaki Allah’ın rızasının bihakkın rıza olduğu kesinleşiyor.
Sahâbe, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e şu soruyu yöneltmiştir: “Ey Allah’ın Resûlü, Sen son nebîsin. Biz dînimizi Senden öğrendik. Biz Senin şefaatinle hidayete erdik ama Sen son Nebî olduğuna göre, bundan sonra insanlar kiminle hidayete erecekler? Dîni kimden öğrenecekler?”
Resûlullah (s.a.v.) de şöyle cevap vermiştir: “Benden sonra Nebî gelmeyecek, ama Benden sonra Resûller, İmamlar, Halifeler gelecek. Onlara itaat, Bana itaattir. Onlara isyan, Bana isyandır.”
Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’in Allah tarafından vazifeli kılındığı ilk görev âyetlerin tilâvet edilmesidir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Ümmetimin büyük günah işleyenlerine ben şefaat ederim.” dediğine göre Resûlullah öncelikle şirk içinde olan insanları Allah’a dâvet etmektir. Dâvete muhatap olan kişi dâveti kabul ettiği taktirde hidayete adım atar. Takva sahibi olur ve günahları örtülür. Bu, Peygamber Efendimiz vasıtasıyla Allah’ın yardımının insanlara ulaştırılmasıdır. Kişi böylece zamanda cenneti de hak kazanır.
Resûl’den bağımsız olarak Kitab’ı yaşamak mümkün değildir.
Her devirde kesintisiz olarak Devrin İmamı vardır. Nebîler asâleten Devrin İmamı olmalarına karşılık onların mirasını devralan veliler, vekâleten Devrin İmamlığı yapmaktadırlar. İmamet, kıyâmete kadar kesintisiz olarak devam edecektir.
Kur’an-ı Kerim’de birçok âyet-i kerime, Allah’ın izni olmadan hiçbir şeyin şefaate mâlik olmadığını bizlere açıklamaktadır. Her devirde Allah’ın ahd verdiği, şefaate memur ve mezun kıldığı kişiler, sadece Devrin İmamları’dır. Tâhâ Suresi’nin 109. âyet-i kerimesinde ise şöyle buyruluyor: “İzin günü, Rahmân’ın kendisine izin verdiği ve sözünden razı olduğu (tasarruf rızasının sahibi) kimseden başkasının şefaati bir fayda vermez.”
“İzin günü” diye kastedilen gün ise Allah’a ulaşmayı kalben dileyen kişinin, bu dünya hayatında Allah’ın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olduğu, önünde tövbe ettiği gündür. Her peygamber ümmetine şefaatçidir ve insanları Allah’a dâvet eder. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadisinde şöyle buyuruyor: “Her peygamberin bir duası vardır. Benim de duam ümmetime şefaattir.”
Yazımızın başında, şefaat konusunun ihtilaflı bir konu olduğunu beyan etmiştik. Çünkü birçok insan şefaatin ölümden sonra gerçekleşeceğini zannetmektedir. Oysa şefaat sadece bu dünya hayatındadır ve ölümden sonra şefaat söz konusu değildir.
Ahirete göç eden insanlar kurtuluşun şefaatle gerçekleştiğini anladıklarında,
“Bize bir şefaatçi var mı?” diyorlar. Orada bir şefaatçinin olmadığını, şefaatin bu dünyada olduğunu öğrendikleri için sâlih amel işlemek için dünyaya geri gelmek istediklerini görüyoruz.
Kur’an-ı Kerim’e göre, sâlih amel işlemenin (nefs tezkiyesinin) başlangıç noktası; mürşidin huzurunda yapılan tövbe sonucu günahların sevaba çevrildiği zamandır. Furkan Suresinin 70. âyet-i kerimesinde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor: “Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü`min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur`dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm`dir (rahmet nuru gönderendir).”
Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) etrafındaki bütün insanları uyarmakla vazifelidir. Zalimlerin dostu taguttur; insan ve cin şeytanlardır. Onlar hiçbir zaman insanlara yardım etmezler. İnsan ve cin şeytanların tek bir gayesi vardır. Başka insanları da kendileri gibi Allah’ın yolundan saptırmak. Ve onları bütün güçleriyle Allah’ın yolundan ayırmaya çalışırlar. Niyetleri o insanları da kendileriyle beraber cehenneme sürüklemektir.
Sahâbenin talebi üzerine o güne kadar işlemiş olduğu bütün günahlarını affediyor Allahû Tealâ. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in talebi üzerine de bir defa daha affediyor yani günahlarını sevaba çeviriyor. İşte bunun, Pey-gamber Efendimiz (s.a.v.)’le sahâbe arasındaki adı, şefaattir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’le Allah arasındaki ismi, mağfirettir. Mağfiret, günahların ikinci defa affedilmesinin yani sevaba çevrilmesinin adıdır.
Yani anlayacağımız; “ŞEFAAT SADECE BU DÜNYA HAYATINDADIR”
Sevgi ile kalın.