Anadolu insanının içki kültürünün olmadığını düşündü. Anadolu’da içki içen insanların genelde evlerinin dışında, köşe bucak saklanarak, kimseye göstermeden içmelerinin nedenini dinle bağdaştırdı. Gelecek nesillere yanlış örnek olduklarından dolayı toplumdan dışlanırlardı. Bu dışlanma keyif aldıkları maddenin toplum içinde kültür olarak yer edinmemesinden kaynaklıydı. Yerleşim yerlerinden uzakta, bir dağ ya da çeşme başında, limanda ya da sahilde alelacele işlenen bu suç Anadolu topraklarında yıllardır sürüp gitmekteydi. Bundan dolayı içki içen insanların sarhoş olma olasılığı ve kendilerini kaybetmeleri olasıydı. Bir gören olur mu tedirginliğinde yaşanılan olayların kültürel olarak değer bulması düşünülemezdi elbette.
xxx
Kulaklarının dibinde patlayan mermi sesiyle irkildi. Abisinin sol elinden fışkıran kanın, kendilerini ısıtmak için yaktıkları ateşin ışığında üzerindeki beyaz formaya doğru geldiğini fark etmesiyle;
“- Abiii ne yaptın?” diye bağırması arasında saliselerin olmadığı bir gerçekti.
Giresunspor’un süper lige yükseldiği gece abisiyle beraber kutlamalara katılan Eren, eve nasıl döneceklerini düşünmeye şimdiden başlamıştı. Annesinin her aşırı eğlenmelerinde söylediği “çok gülen çok ağlar” cümlesi hafızasının çekmecelerinden çıkıp önüne sürülmüştü. Bu gece gerçekten de çok eğlenmişler hatta aşırıya kaçmışlardı. Gecenin geç saatlerinde şehir uykuya dalmak üzereyken abisi, arkadaşları Hakkı ve Selim ile limana içmeye gitmişlerdi. Hızlıca içkiyi tüketmeye çalışmışlar, içtikçe daha çok içmişlerdi. Abisi ve arkadaşları içtikçe Eren arabayla gidip her zamanki içki aldıkları büfeden yasak olmasına rağmen rakı alıp gelmeyi başarmıştı. Üç defa arabayla içki almaya gittiğini hatırlıyordu bir de ilk gelirken almışlardı yani abisi ve iki arkadaşı dört kilo rakı tüketmişti. Sarhoş olmamaları imkânsızdı. Yeni Rakı’nın 2004’te Tekel üretiminin özelleştirildikten sonra bozulduğunu abisinden duymuştu. El değiştirdikten sonra şişe tasarımının değiştiğini şişeyi her eline alışında hatırlardı.
Abisine:
“-Neyin var ne oldu?” dedi.
Abisi ve diğer iki arkadaşı ayakta duramayacak haldeydi. Abisinin ne yaptığını anlamak için onu bir taşın üzerine oturtup arabanın farlarını yaktı. Abisini ve diğer arkadaşlarını kontrol ettiğinde sadece abisinin sol elinden kan aktığını gördü. Evet, içki şişede durduğu gibi durmamış abisini bir parmağından etmişti. Kurşun sol elinin küçük parmağının ilk boğumunun olduğu kısımdan girmiş arka taraftan çıkmıştı. Hemen abisinin elini boynundaki Giresunspor atkısı ile sarıp kanı kesmeye çalıştı. Acıya nasıl dayandığını anlamaya çalışıyor bir taraftan da Hakkı ve Selim’i yüksek sesle konuşmamaları için uyarıyordu. Çünkü mermi sesini bir duyan olabilir ve polise haber verebilirdi. Ne yapacağını bilmiyor, ambulansı arayacağı zaman;
“-Arama oğlum ilk defa vurulmuyoruzzz” cümlesi ve abisinin el kol hareketleri ile karşılaşıyordu.
Olayın nasıl olduğunu anlama çalışıyor, abinin silahı nereden, nasıl aldığını düşünüyordu. Silahı abisi ne için çıkarmıştı? Kafasındaki onca soru ile abisini arabaya oturttu ve arkadaşlarının da araca binmesini istedi. Hareket halinde iken abisi birden;
“-Silah kaldı, silah” demesiyle irkildi.
Anlaşılan abisi kendini vurduktan sonra silahı düşürmüştü. Geri dönüp silahı aramaya koyuldular. Eren silahı ararken parmağın kopan parçasını buldu. Parmağı araçtan aldığı temiz bir peçeteye sarıp cebine koydu. Ardından boş kovanı ve silahı bulmasıyla araca bindi. Tabanca polimer gövdeli Sarsılmaz markasını taşıyordu. Tabancanın hafifliği yapıldığı malzemeden kaynaklanıyordu. Tabancanın köprüsünde SAR 9 SC ifadesi yer alıyordu. Abisi bu küçük silah ile kendisini vurmuştu. Zaten 16’lık bir makine olsa farklı sonuçlar meydana gelebilirdi. Belki de abisi şuan hayatta olmayacaktı. Bunu düşünmek istemeyerek hemen kendisini bulduğu kâbus parçalarıyla araca attı.
Abisi hastaneye gitmek istemiyordu. Çünkü bu olayı hastane polislerine açıklayamazdı. Rapor alması gerekiyordu yarın iş vardı işe gitmeliydi. Tartışma ve çatışma içinde önce eve gittiler. Yengesi uykulu ve yaşlı gözlerle tam manasıyla neler olduğunu öğrenmeye çalışıyordu.
Eren’in;
“-Yenge hastaneye götüremedim. Sen bir şey söyle” cümlesi yengesinin sinir kat sayısını artırdı.
“-Sen ölsen ben ve şuncacık kız çocuğun ne yapardık Halil?” ifadesiyle irkilen Eren, yengesini ve abisini sakinleştirmek için elinden geleni yaptı. Abisinin yaralı parmağını pansuman ettikten sonra sardı. Nihayet ortalık durulmuştu.
Halil neler çektirmişti bu kadına böyle. 10 yıllık evliliklerinde zorla doğan şu sabu[1] babasız kalabilirdi. Az mı aramışlardı onu. Gitmedikleri doktor, para yedirmedikleri hoca kalmamıştı.[2] Tam her şey yoluna giriyor derken nasıl olmuştu bu olay? Onlar mutlu olamayacaklar mıydı? Mutlu olmak için ne yapmak gerekiyordu? Gerçekten “mutluluk bir kibrit çöpü” müydü? Başkalarının kibrit çöpü ve onlarınki arasındaki fark neydi? En önemlisi konu komşuya ne diyeceklerdi?