Yukarıda okuduğunuz üst başlığın tamamı şöyledir: “Biz hiçbir şahsi çıkar gözetmeden, halkımızın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık”
Kim mi söylüyor bu sözü?
Bu sözü;“Vatan, onu parsel-parsel satanların değil, uğrunda darağacına gidenlerin vatanıdır” diyen kim olabilir sizce?
Kimdir boynuna korkusuzca uzatan bu uzun boylu, yakışıklı delikanlı?
Kimdir 24 yaşında ölüme meydan okuyan bu yiğit?
Sizce kim olabilir?
Bildiniz…
Tabi ki bileceksiniz…
Bilinmeyecek gibi değil ki!
Hafızalardan silinecek gibi değil ki!
Çünkü onun adı: Deniz…
Halkın bağımsızlığı ve mutluluğu için savaşan bu yiğit’i nasıl unutabilir, nasıl hafızalarınızdan silebilirsiniz!
O Deniz ki; “Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içerisinde fazla şeyler yapabilmektir” babasına ve annesine yazdığı mektupta…
Gerçekten de ölüme bir adım kala ve bu son mektubunda belirttiği gibi 24 yıllık yaşamının içerisine çok şeyler sığdırabilmiş miydi acaba Deniz?
Bunun yanıtı hiç tartışmasız; “Sığdırmıştı” olabilir…
Hem de birçoğunun 60 yıla, 80 yıla sığdıramadığını o 24 yılın içine örnek alınacak birçok şey sığdırmıştır…
Her şeyden önemlisi halkın mutluluğunun, özgürlüğünün önüne duvar örmek isteyenlerin korku duvarlarını yıkmış ve ‘yeleleri elyaftan olan aslanların’ her birine rest çekmiştir!
İşte bu yiğidin adı; Deniz GEZMİŞ tir…
Ve bu korkusuz yiğit aynı zamanda 68 kuşağı gençlik liderlerinden biridir..
***
Bugün 5 Mayıs…
Ben bu satırları yazarken, saat: 22.30 sularında…
Yaklaşık bir buçuk saat sonra 5 Mayıs nöbetini 6 Mayıs’a devredecek!
Ve saat 01.00 den sonra Ulucanlar Cezaevinde bir hareketlilik başlayacak!
Cezaevinin avlusuna İdam Sehpası kurulacak…
İdam Sehpasının etrafını vatanı kurtarmak isteyen(!) Cellatlar dolduracak!
İdam fermanı okunacak üç fidanın Savunmanı haber salınacak…
Ve sırasıyla;
Önce Deniz GEZMİŞ,
Sonra Yusuf ASLAN
Dana sonra ise Hüseyin İNAN yattıkları demir ranzalardan kaldırılacak…
Peki, Yusuf ve Hüseyin kimdir?
Onlarda ezilen halkın yanında yer alan ve mutlulukları için ölümü göze alan bu halkın çocuklarıdır…
Emperyalizme düşmandırlar…
Emperyalistlerin ülke içinde satın aldıkları ve işbirlikçilere düşmandırlar!
Sömürücünün, soyguncunun yanında değil, sömürülen ve soyulmak istenen halkının yanında durmaktadırlar…
Ağalığa, Şıhlığa, Şeyhliğe, Aşiret Reisliğine, Aracıya-tefeciye, vurguncuya ve avantacılığa savaş açmış -onların tanımıyla- vatan hainleridir bu gençler!
İşin en gülünç tarafı da bu “Anarşist, terörist, vatan hainliği” ile suçlanan gençler, dönemin Başbakanlarına ve ilgili kurumlarına “Anayasanın özgürlükçü yanını neden uygulamıyorsunuz?” diye büyüklerini uyardığında büyüklerin bu soruya yanıtları şöyleydi: “Bu anayasa bize biraz lüks ve bol geliyor” diyerek bir anlamda anayasanın uygulanmasını istememelerine rağmen, 61 anayasasını ortadan kaldırmayı düşünmelerine rağmen (biliyorsunuz 12 faşistleri kaldırdı) bu idam sehpasına yürüyen gençler hangi gerekçe ile yargılandı dersiniz?
Bilmiyorsanız veya unuttuysanız buyurun okuyun;
“Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını; bir kısmını tağyir, tebdil veya ilgaya cebren teşebbüs suçunu işlediğiniz sabit görüldü. Türk Ceza kanununun 146/1 maddesi uyarınca ölüm cezası ile tecziyenize karar verildi.” Gerekçesiyle idam sehpasına gönderildiler…
Halbuki Anayasayı ihlal eden ve uygulamayanlar bu ülkeyi yönetenlerdi…
Sonra mı ne oldu?
Sonra bu üç fidanı sıra ile Darağacına götürdüler ve astılar…
Yani yağlı urganlarda boğdular!
Daha sonra…
Daha sonra…
Daha sonra mı ne oldu?
Daha sonra bu üç fidanın yağlı urganlarda boğulması için karar veren 1 No’lu Sıkıyönetim Mahkemesi Başkanı Tuğgeneral Ali ELVERDİ denilen hukukçu yıllar sonra bir öğleyin yemeğinde nefes borusuna kaçan bir yemen nesnesi sonucu boğularak olduğu yerde can verdi!..
Bilmem ki tanrının bir takdiri ilahisi midir?
Yoksa unutamadığı bir vicdan muhasebesi midir onu bilemem!
Ancak o günleri yaşayanlar şunu çok iyi biliyor;
6 Mayıs sabahı Darağacına gönderilen üç genç eğer korkusuzca yürüyüp, ayaklarının altındaki tabureyi kendileri tekmeleyebiliyorlarsa demek ki vicdan temizliği içinde tekmeleyebiliyorlar!
O gençler ki; bu ülkenin emperyalistler başta olmak üzere halkını iliğine kadar sömürmek isteyenlere karşı çıktığı için onları genç yaşta aramızdan erken aldılar!
O gençler ki; ölüm sehpasına yürürken bile halkının bağımsızlığı ve mutlu yaşaması için slogan atmayı toplumcu ve devrimci bir görev saymışlardır…
O gençler ki; Halkların kendi aralarında savaşmalarını değil, kardeşliğinin sürmesi için slogan attıktan sonra ölüm ilmiğine kafalarını uzatmışlardır…
O Gençler ki; yağlı urganın altında dimdik dururken bile hala meydanlarda kol-kola slogan atar gibi;
“Yaşasın işçiler, köylüler!”
“Yaşasın devrimciler!”
“Kahrolsun faşizm!”
“Kahrolsun Emperyalizm!” diyerek ölüme meydan okumuşlardır…
Ve onun içindir ki, onlar hala bizim aramızdadır…
Bugün ölüm fermanı yazanları ve uygulayanları kimse anımsamamaktadır ama bu üç fidanı kime sorsanız, üçünün de adını sıra ile saymaktadır…
***
Yarın 6 Mayıs…
Yarın faşistlerin 44 yıl önce astığı üç fidanı anacağız…
44 yıl önce faşistler birbirlerine ELVERDİ-LER!
Üç fidanı asan egemen güçler birbirlerinin başına TUĞ diktiler!
Ama onların bugün adını hiçbir kimse bilmiyor!
Ama Denizler, Yusuflar, Hüseyinler gün geçtikçe daha da çoğalıyorlar!
Üzerinde düşünmeye değmez mi?
Hı, ne derisin?
Bence düşünelim…
Düşündüklerimizi de başkalarıyla bölüşelim…
Güzel günlere dileğimle…