Kadınca

Kadınca

“Ben hep bahardım etrafımdakilere; hiç bir zaman içimdeki baharın üşüdüğünü kimseler bilmeyecekti…”

“Cennet anaların ayağının altındadır.” Hz. Muhammed (s.a.v.)

Evlat, can yarısıdır… Anne, canın tamlayıcısıdır…

Madem yüce Rabbim cennet vermişti analara, bizler mi kıymet bilemedik? Neydi anne; her doğuran anne olabiliyor muydu? Eğer öyleyse sokaklar ve eski tabiri yetimhaneler şimdilerde ise adı değişen ‘Sevgi Evleri’ neden çocuklarla doluydu? O yüzden her doğurana maalesef anne diyemiyorum. Hiç bir zaman bize sormadıkları gibi, bizler de çocuklarımızı dünyaya getirirken sormadık. Şanslı yumurtaların döllenmesi sonrasında eğer Rabbim de izin verdiyse dünyaya getirdik… Tabi bu sırada daha ana rahmindeyken ölümle buluşanlar olduğu gibi; kimi doğduktan hemen sonra, kimi de yaşarken öldü çocuklarımız…

İşimize gelen davranışlarında aferin dedik, gelmeyenlere ise tek kelime ile adlandırdık: ‘TERBİYESİZ’ Fakat hiçbir zaman düşünemedik onlara terbiyeyi verenin biz olduğumuzu. Sadece doğuran mıydı anne? Doğurmadığı halde annelerden daha anne babalarda vardı elbet ama yine temele indiğimizde hamuru en güzel yoğuran şekli verende anneydi. Annelik duygularımızı şekillendirirken ölçümüzün ayarını bilemedik sevgide… Azı karar, çoğu zararı hep başka şeylerde düşündük. Elimizin altında bulunan çocuklarımızın her daim patlamaya hazır bir bomba olduğunu düşünemedik hiçbir zaman. İyilikleri kendimizden kötülükleri ise haylazlıklarından belledik.

Benim annem hiçbir zaman bizi büyütürken; ‘Saçımı süpürge ettim’ dememiş olsa da bazen; ‘Alıp başımı gideceğim’ diyordu kızdığı zaman. Çocuk aklı işte; kendimi bilene kadar sanki her okuldan geldiğimde annemi bulamayacakmış gibi hisse kapılırdım. Oysa o melek yüzlüm hiç bırakır mıydı bizleri? Bu yüzden ben anne olduğumda çocuklarıma asla; ‘Alıp başımı gideceğim’ sözünü kullanmadığım gibi; ‘Terbiyesiz’ de dememiştim.

Hiç unutmuyorum bir gün yolda yürürken sokakta ağlıyor diye çocuğuna; ‘Terbiyesiz’ diyen anneye; ‘Kusura bakma ama bu çocuğu yetiştiren sen değil misin? Bence o kelimeyi kendine kullanmalısın’ dediğimde kadının değişen yüzü hiç aklımdan çıkmaz. Anneliğimizle övünen bizler, saçımız süpürge ettik diyen yine biz anneler farkında olmadan potansiyel suçlu ordusu yetiştiriyorduk ve sonrasında etrafı ve çevreyi suçlu kılıyorduk.

Aslında ben çocuklarımı hani annemden kalma ‘giderse’ korkusu olmadan tamamen her nesneyi anlatarak yetiştirmiştim. Hatta Doğan CÜCELOĞLU ve Şerif İZGÖREN kitapları okuya okuya… Daha 1 yaşındayken; ‘Sen bireysin’ deyip eline kaşığı verdiğimde, ya da 6 yaşına geldiğinde; ‘Artık ekmeğimizi alabilirsin’ demekle ne kadar hata yaptığımı belki de yıllar sonra anlayacaktım. Ve yıllar sonra gördüm ki; ben yıllarca evlatlarıma; ‘Ben çok iyi bir anneyim. Saçımı süpürge yaptım’ sözlerini hiç sarf etmemiştim. Başka bir ifadeyle eksik bir anne olmuştum…

Ve yıllar sonra fark ettim ki onlarla her anımı paylaştığımı, onların ise benimle özel anlarını paylaşmadıklarını gördüm. Burada bir eksiklik vardı. Mademki ben iyi bir anneydim neden çocuklarım benimle sıkıntılarını paylaşmıyorlardı. Acaba çocuk denecek yaşta almış oldukları sorumluklar fazla mı büyütmüştü onları? Şimdi anladım ki anne; sadece anne olmalıydı. Kendi kusurlarını da görebilen ben; çok modern bir anlayış içerisinde büyüttüğüm evlatlarıma erişemiyorsam diğer anneler ne yapmalıydı?

Tek sevindiğim bir taraf vardı. O da, iki kardeşin birbirilerine sıkı sıkı kenetlenmiş olmalarıydı. Varsın şimdilerde benimle paylaşmasınlar sırlarını. Bu da yetiyor bana. Ve yıllar sonra evlat büyütürken içgüdüsel sezgilerle, sevginin dozunu kaçırmadan içlerindeki kaybetme korkusuna yer vermeden büyümelilerdi… Ve ben hep baharken etrafımdaki çocuklara ve kendi çocuklarıma kış olmuştum… Onlar, bana; ben de onlara üşüdüm… Bunu geçte olsa anladım. Şimdi ise sıkıca sarılıyoruz kendimize…

Sevgi tohumları yüreğinizde hep yeşil kalsın… Saygılar

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?