Birer mahlukat olarak insanların kederli, sıkıntılı durumlarında, acziyete düştüklerinde yaratıcı olarak inandıkları Allah’a yalvarmasına, istekte bulunmasına, yardım istemesine dua denilir. Allah’a her ne şekilde iman ederse etsin, dua etmek insanların fıtratında mevcuttur. İmkanlarımız sınırlı olduğundan, biz insanlar birbirimizden bir şeyler isterken sınırsız istekte bulunamayız; bulunsak dahi gerçekleşmesi mümkün olamaz. Ancak, Rabbimizin hazinesi geniş, merhameti sonsuz olduğundan, O’ndan isterken mümkün olduğunca çok istemekte beis yoktur, faydalar vardır.
Dua, İslam Dini’nde en makbul ibadetlerden sayılır. İşin esası, bütün ibadetlerimizin mahiyeti, amacı duadır. Aslında, dua etmeyen insan bir hiç mesabesindedir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: “Dualarınız olmasa Allah size ne diye değer versin” buyrulmaktadır. Allah, mahlukatın halıkı olarak herkesin durumunu ve ihtiyaçlarını şüphesiz en iyi bilendir. Buna rağmen, Mevla’mız kendisine dua edilmesinden, istenmesinden hoşlanır, bunu emreder. Çünkü Allah’a dua etmek, insan olarak acziyetimizi O’na arz, Mevla’mızın yüceliğini tasdik ve onay anlamına gelir.
Usulüne uygun yapılan bütün dualar makbul olmakla birlikte, belirli zamanlarda ve mekanlarda yapılan dualar daha evladır, kabule şayandır. Mesela mübarek mekanlarda yapılan dualar; seher vakti, geceleri yapılan dualar; bayram ve cuma geceleri yapılan dualar; oruçlu iken edilen dualar Allah katında kabul edilmesi en muhtemel dualardır. Ana-babanın evlatları, misafirin ev sahibi için ettiği dualar ile mazlumların zalimler için ettikleri bedduaların geri çevrilmeyeceği Hadis-i Şeriflerde belirtilmektedir.
Dua ederken adaba ve edebe uygun davranılmalıdır. Dua içten ve samimi olmalı, dua esnasında yapmacık hareketlerden kaçınılmalıdır. Şiir yazarcasına kafiyeler ya da edebi eser oluştururcasına anlamlı-anlamsız kelimeler kullanılmamalıdır. Dua esnasında ses yükseltilmemeli, bağırıp-çağırılmamalıdır. Dua ederken mümkünse abdestli olmak, kıbleye dönmek, duadan önce az da olsa sadaka vermek, tasaddukta bulunmak duaların kabulüne vesile olacak güzel amellerdendir.
Yapılan duaların kabul olmadığı endişesine kapılmak veya Allah’tan ümidi kesmek tehlikeli ve yasaklanmış davranışlardır. İhlasla, samimiyetle, adabına uygun olarak yapılan meşru duaların neticesinin üç şekilde zuhur etmesi mümkündür. Birincisi: (kulun istedikleri kendisi için hayra vesile olacaksa) Allah, yapılan duaları kabul eder ve karşılığını dünyada verir. İkincisi: (kulun istedikleri kendisi için hayra alamet değilse) Allah istenilenleri vermez, yapılan dualar nispetinde kulun günahlarını bağışlar. Üçüncüsü: Allah kulunun istek ve dualarını Ahirete tehir eder, karşılığını orada verir. Bu durum işin mahiyetini bilmeyenler tarafından yanlış anlaşılmakta ve yorumlanmaktadır. Aslında, burada garipsenecek ya da yanlış anlaşılacak durum mevcut değildir. Bir insan hastalanır, hastaneye gider ve kendisini muayene eden hekime: “doktor bey, benim şikayetim şunlardır, o nedenle bana şu şu ilaçları yazıver” diyebilir. Ama doktor hastasının dediklerini değil, yapılması gerekenleri yapar. Yani hastasını muayene eder, gereken tahlil ve tetkikleri yapar, teşhisini koyar ve hangi tedavi yöntemi gerekiyorsa onu uygular, gereken ilaç neyse onu verir. Olması gereken de budur.
İslam Dini ferdiyetçi değil cemiyetçi bir dindir. Kişilerin sadece kendileri için yaptıkları dualar çok ta makbul değildir. Dua eden kul, duasına ne kadar fazla insanı dahil ederse, sevap olarak geri dönüşümü o kadar fazla olur. Zira “İslam’da ben yoktur, biz vardır.”
Duada iki temel unsur bulunur; birisi fiili dua, öbürü de kavli dua. Fiili duayı göz ardı ederek yapılan kavli dualar adaba ve edebe uygun olmadığından kabul görme olasılığı çok azdır. Yani, insanlar kul olarak yapması gerekenleri yapmalı, sonra da kavli olarak dua etmelidirler. Bu hale, esbaba tevessül sonra da Allah’a tevekkül diyoruz. Daha açık ifade ile “sebeplere sarılmak, neticeyi Allah’a bırakmaktır” ki, kula yakışan da budur. Bir misal ile izah edelim: iki fındık üreticisi düşünün. Birincisi: bahçesinin her türlü bakımını yapmış, gübresini ilacını kullanmış, bol ve kaliteli ürün almak için her çareye başvurmuş ve Allah’a dua ediyor, rızık istiyor. İkincisi ise, çalışmamış, tedbir almamış, fakat durmadan dua ediyor. Bu insan ne kadar dua ederse etsin beyhudedir, nafiledir. Çünkü fiili duayı terk etti, kavli dua boşunadır. “Herkese çalıştığının karşılığı vardır.” Allah, çalışmayana, yan gelip yatana gökten çuval içinde para indirmez, böyle bir şey adalet-i ilahi’ye ters düşer. Çalışanla çalışmayan aynı olamaz.
Dua ile istenilen şeyler meşru olmalı, gayri meşru olanlar, haramlar ve hoş görülmeyenler Allah’tan istenmemelidir. Kul her istediğini Allah’tan istemeli, mahluktan talepte bulunmamalıdır. Peygamberlerden, velilerden, şehitlerden, şeyhlerden dilekte bulunmak şirktir, Allah’a isyandır, bundan kaçınmak gerekir. Duaların kabulü için kamil bir imana sahip olmak gerekir. Çünkü:İmanda noksanlık veya şüphe salih amellerin iptaline vesile olur, dolayısıyla yapılan dualar da hükümsüz kalır. Bununla beraber duaların kabulü için, salih amellerde bulunmak ve günahlardan da uzak durmak gerekir. selam ve dua ile…NURİ BEREKET