KİRLİ SUDA BALIK YETİŞMEZ

KİRLİ SUDA BALIK YETİŞMEZ

Toplumlar ve milletler fertlerden oluştuğundan, sağlam ve dinamik insanlardan meydana gelen milletler daim ve kaim olurlar. İbadetleri eda etmek, haramlardan sakınmak, güzel ahlak sahibi olmak ve hayru hasenatta yarışmak gibi bir takım bireysel görevlerimizin yanında; zulme ve adaletsizliğe mani olmak, Hakkın ve adaletin tesisi için çalışmak, İslâm ile insan arasındaki engelleri kaldırmak, kötülükleri önlemek, iyilikleri emr ve  tavsiye etmek gibi çok mühim içtimai görevlerimizin de var olduğunu bilmemiz gerekiyor.

İslâm’ın cemiyete yön vermesini bir takım şahsi çıkarları açısından sakıncalı bulanlar, son iki asır içinde ve bilhassa Cumhuriyet döneminde dini vicdanlara, mabetlere, dergâhlara ya da evlere hapsettiler. Dolayısıyla bu dönemde Müslümanlar olarak içtimai görevlerimizi yapamadığımızdan, öylesine Müslüman tiplemeleri oluştu ki, evlere şenlik veya evlerinin önü incir ağacı…

Netice olarak bu hengamede, “bana neci-neme lâzımcı, etliye-sütlüye karışmayan, suya-sabuna dokunmayan, kıl namazı-tut orucu Cennet-i Âlâ-yı bulursun zihniyetine sahip, her koyun kendi bacağından asılır yalanına iman eden, bana dokunmayan yılan bin yaşasın saçmalığını benimseyen insanların itibar görmesi neticesinde,cemiyet öylesine çürüdü ve kokuştu ki, kimse işin içinden çıkamaz oldu; “battı balık yan gider” noktasına ulaştık. Bu tabloda, İslâm’ın sadece ibadet, dua ve zikirden ibaret bir ayin dini değil; hayatın her alanına müdahale eden bir aksiyon dini olduğunu anlat(a)mayan din görevlilerinin, akademisyenlerin, kanaat-cemaat-tarikat ve meşrep önderlerinin, millet adına devlet idaresini elinde bulunduran yöneticilerin ve onlara onay verenlerin sorumluluğu ve suçu hakikaten büyüktür.

Konuşurken kimsenin mangalda kül bırakmadığı, herkesin kaliteli ve birinci sınıf Müslüman olduğunu iddia ettiği, cenneti kimselere bırakmayan muteber, mübarek ve saygın Müslümanların ikâmet ettiği bir cemiyet..! Ve O cemiyettekilerin deruhte ettiği, savunduğu, sahiplendiği bir sistem. Ki, temeli şirke dayanan, zulmün zirve yaptığı, inançların başarılı bir şekilde istismar edildiği bir nizam… Bu sistem ve nizamda, dinimizin Günah-ı  Kebair’den saydığı içki, kumar, faiz, zina, fuhuş, domuz eti gibi haramlar serbest ve yasaların güvencesi altında.

Bu sistemin müdavimlerinin samimiyet sınavları başlamış ve bitmiştir. İhlas, ihsan, samimiyet, şuur, takva gibi kavramları hatırlayın bir hele. Hacı efendiler, hoca efendiler, mürşitler, müritler; bilmem hangi tarikatın, cemaatin, meşrebin mensupları; sabahı şerifleriniz hayrola, atı alan Üsküdar’ı geçt,i günaydın. Hz: Ömer(R.A.) ın ifadesiyle: “İnandıkları  gibi yaşamayanlar, yaşadıkları gibi inanmaya başlarlar.” Bu durumun kitabî olarak ne anlama geldiğini ehl-i takva birisine sormak gerekir. Yani, özü ile sözü, kavli ile fiili, imanı ile ameli birbiriyle uyuşmayan insanların dünyası perişanlık, Ahireti hüsrandır.

Düşünsenize; Peygamberimiz, Efendimiz(sav) bu dönemde yaşasaydı veya mucize kabilinden bir süre aramızda kalsaydı, bu çirkef sisteme destek mi verirdi, savaş mı ilân ederdi? İkinci soru birazcık basit olsun: “Kelime-i Tevhid’i dili ile ikrar, kalbi ile tasdik eden ve” elhamdülillah Müslümanım” diyen bir insan, böyle bir hayat modeline razı olabilir mi? Emin olunuz ki, cevaplar çok net değil, asla samimi değil. Onun içindir ki, gerçek anlamda tahribat ve çöküntü bundan sonra başlıyor.

Zira bu sisteme kan ve can veren, serum olan insanlar var ya… Aaah ah, kimileri Allah katında sivrisineğin kanadı kadar değeri olmayan şu üç-beş günlük dünyanın aldatıcı ve geçici menfaatleri uğruna, kimileri şan ve şöhret uğruna, bazıları da kör bir siyasi inat uğruna ateş çemberine giren insanlar… Dünyasını ve ukbasını bir hiç uğruna heder eden acınası insanlar…Sırf, oy ve onay verdiği siyasi grup veya kadrolar, bazı küçük hesaplar uğruna ” doğru” dediği için yanlışları, haramları, günah ve isyanları, kabullenen, tasdik eden  şuur fukarası, insaf yoksunu, basireti bağlanmış, PENTEGON mağdurları… O mağdurlar ki, Kitap ve Sünnet kendilerine hatırlatılınca, istihzai bir tavır, alaycı eda ile bıyık altından gülen ve kendilerini Hak adına ikaz edenlere çok sert tepki gösteren, muhataplarıyla dalga geçen zavallı yaratıklar. İçinde debelendiği çirkefi yok farz ederek, ya da marifet zannederek, Asr-ı Saadet’te yaşarcasına rahat hareket eden kibir ve gurur abideleri, hilkat garibeleri… Hoşunuza gitmeyecek bir hakikati söylemeye mecburum: zaman zaman aranızda vuku bulan o konuşmalar da dahil, hepinizin ve hepimizin hayatı en ince teferruatına kadar kayda alınmaktadır,hem de sesli ve görüntülü olarak… Ve gün gelecek, o kayıtları beraber izleyeceğiz, tabii ki herkes faturasını kendisi ödeyecek. O gün kaçacak yer bulamayacaksınız.

Bir dost tavsiyesidir. Yol yakın, can sağ iken, AB kriterlerini, ABD talimatlarını, nefislerinizin kötü arzu ve isteklerini, menfaatlerinizi kutsal saymayı vazgeçiniz de, Kitap ve Sünnet ölçülerini esas alan bir hayat modelinin tesisi için beraber çalışalım. Asla unutmayın ki, her fırsatta takvadan, zikirden, tarikattan bahsediyor, mağrur bir eda ile amiyane tabirle hava basıyorsunuz ya; biliniz ki kirli suda temiz ve leziz balık yetişmez. İyi de siz de aynı suda yaşamıyor musunuz? Demeye kalkmayın. Zira biz havuzu temizlemek için uğraşıyoruz ve sizleri de yanımızda görmek istiyoruz, hepsi bu.

Selam ve dua ile….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?