HAMSİ DE KENDİNİ AĞIRA SATIYOR ŞU SIRALAR O’DA HAVASINI ATIYOR

HAMSİ DE KENDİNİ AĞIRA SATIYOR ŞU SIRALAR O’DA HAVASINI ATIYOR

Vay be!
Nereden nereye…
Hamsi bile bu coğrafyada yaşamanın zor olduğunu anlamış olacak ki;
Ya bilinmedik yerlere kaçıyor…
Ya da avcıları görünce kavak ağacına çıkıyor!
Veya da anladı vatandaşın et yiyemediğini…
Kendini iyiden-iyile ağıra satıyor!
Şu sıralar bize; “işine geliyorsa” dercesine havasını basıyor!
Yani kısaca demek istiyor ki;
“Bak kardeşim, senin kursağından et geçmediğini biliyorum!”
“Cebinde ve cüzdanında yeteri kadar et alamayacak paranın olmadığını da biliyorum!”
“Ama kusura bakma eski huyumu değiştiriyorum”
“Ve bundan sonra bende değerimi 25-30 liraya çıkarıyorum”
“İster beni tercih edersin!”
“İstersen marketlerdeki nereden geldiği belli olmayan veya cinsi cibiliyeti bilinmeyen ithal eti tercih edersin”
“Onun fiyatı 33-35 lira”
“Benim ki de 25-30 lira”
“Tercih senin”
Şu sıralar aynen bunları demeye çalışıyor, bir zamanlar gübre niyetine fındık bahçelerinin dibine döktüğümüz hamsi denilen yaratık…
“Bir zamanlar” ifadesini bile bile kullanıyorum…
Gerçekten bir zamanlar yıl boyu hamsi mevsimini beklerdi tüm Karadenizliler…
Zengini de beklerdi, yoksulu da…
Ama daha çok yoksullar beklerdi…
Çünkü ‘hamsi’ daha çok dar gelirlilerin ve yoksulların bol-bol, doyasıya yiyeceği bir balık cinsiydi…
Ve her şeyden önce herkesin ucuza alabileceği bir şeydi…
Ancak, bu yıl hamsilere ne olduysa oldu…
Fiyatı akla-hayale gelmeyecek bir şekilde tavana vurdu!
Günlük taze hamsiler; fiyatı 25, 30 liradan piyasaya sürülüyor.
İki-üç günlük -dolapta saklanan- hamsiler bile 15-20 liradan aşağıya düşmüyor…
Zengin ve sosyete yiyeceği oldu mübarek!
Yoksul ve dar gelirlinin sofrasına adeta sırtını dönmeye başladı!
Balıkçı tezgahlarına yaklaşınca;
Ve üzerindeki fiyata bir bakınca;
Birdenbire ve ani bir refleksle başını öte tarafa çeviriyor insan!
Nasıl çevirmesin babam!
Üzerindeki etikette 30 TL yazıyor…
Eh, aldın mı en az bir kilo alacaksın.
Kalkıp da balıkçıya; “bana 250 gram veya yarım kilo hamsi ver” diyemezsin ya…
İnsanında -kendine göre- bir şahsiyeti onuru var…
Ne yapacaksın bu sefer?
Yapılacak bir şey yok; gözlerinle yan-yan bakarak veya balıkçı seni tanıyor da ve “Buyurun, daha yeni çıktı denizden” diyerek almanızı istiyorsa, sizde beyaz bir yalan uydurarak, mecburen;
“Daha dün almıştık, evde var” diyorsun…
Ancak balıkçı bu -beyaz yalanı- palavrayı yiyor mi, yemiyor mu orasını bilemeyiz!
Her neyse…
Bilenler zaten biliyor da, bende bilmeyenler için söyleyecek olursam; hamsi bir zamanlar gerçekten herkesin bol miktarda tüketeceği bir deniz ürünüydü ve besin kaynağıydı…
Hamsi, bir zamanlar tüm Karadeniz insanının sofrasından eksik olmayan bir protein kaynağıydı..
Her bekarın ve öğrencinin -en kolay yoldan- ve en hızlı biçimde ‘buğlatmasını’ yapıp, arkadaşlarıyla hep birlikte hamsi tavasının başına çöreklenip; ekmeği yağına bandıra-bandıra yenirdi…
Bir zamanlar Karadenizli -hamsi mevsiminde- o kadar çok hamsi tüketirdi, o kadar çok hamsi tüketirdi ki…
Tüketemediği hamsileri de ya ‘tuzlamasını’ yapıp, yaz mevsimine saklardı…
Yada gübre niyetine fındık ocağının dibine dökerdi…
Şimdi bırakın bir tarafa dökmeyi, yemeye bulamıyoruz…
Bulsak da, bu kez pahalılıktan yanına yaklaşamıyoruz…
Peki nerede kaldı o eski bereketli günler?
Göç edip gittiyse; hangi denizlere göç edip gitti o güzelim kalay rengi hamsiler?
Üstelik göç edip gidiyorlarsa; neden göç edip gidiyorlar?
Yıllar öncesi atalarının, dedelerinin yaşadığı bu suların şimdi niye beğenmiyorlar?
Sığınacak yerleri mi kalmadı?
Yoksa nefes alamayacak kadar kirlendi mi denizlerimiz?
Veya -ne bilim ben- birileri zehir mi döküyor denizlerimize?
Vesaire, vesaire…
Bir olumsuzluk ve bir uğursuzluk var ama hala ne olduğunu (en azından ben) anlayamadım gitti…
Yavaş yavaş ‘hamsili sohbetimizi’ şöyle sonlandıralım derim;
Eskiden kafadarlar bir araya gelir, açık alanlarda (helede efil efil kar yağıyorsa) hamsi ızgarası yaparlardı…
Bir yandan horon teper ve bir yandan da bardaklar yudumlanır kafayı tutarlardı!
Nereden biliyorsun diyecek olursanız?
Bizlerde aynı şeyi yapardık da, oradan biliyorum…
“Bizlerde yapardık” deyince, aklıma her nedense birdenbire geçmişe ait bir anı geliverdi…
Daha doğrusu (şimdi aramızda olmayan) değerli arkadaşımız, ağabeyimiz Kadir Dalak ve yine (aramızda olmayan) Orman işletme şoförü Yüksel Gündoğdu ağabeyle bir kış günü Hamsi ızgarası partisi yaparken Kadir Dalak’ın bizlerle paylaştığı bir “hamsi” fıkrasını, bende sizlerle paylaşmak istiyorum…
(tabi bilmeyenler için)
Fıkra bu ya…
(Onun için uyarlamalardan kimse alınganlık göstermesin)
Karadenizlinin birisi hamsi almış ve başı ile gövdesini birbirinden ayırıyor…
Yani ayıklıyor…
Derken tam o sırada bir Kayserili oradan geçer…
(Bu zamana kadar hiç görmediği hamsinin) kafasını bir tarafa ve başını bir tarafa atan Karadenizliye selamlaşma faslı bittikten sonra sorar;
“Sen şimdi burada ne yapıyorsun arkadaş?”
(Soran adamın şivesinden Kayserili olduğun anlayan bizimkisi, fırsatı değerlendirmek istercesine;)
“Ha bunun akıllısı ile delisini birbirinden ayırıyorum” der…
Böyle bir yanıt karşısında Kayserili daha da şaşırarak sorar;
“Akıllısı ile delisini mi ayırıyorsun?”
“Evet, akıllısı ile delisini ayırıyorum”
“E, peki ayırınca ne olacak?”
“Ben yoksul biriyim kardeşim (hamsinin başını göstererek) bu akıllısını satacağım. Gövdesini de ziyan olmasın diye çocuklara yedireceğim” deyince, Kayserili birdenbire ilgilenmeye başlar ve hamsinin başı için; “Şimdi bu akıllı kısmı mı?” der.
“Evet” der bizimkisi…
(Kayserili ticari rakiplerinden daha akıllı olmak için;)
“Şimdi ben bunlardan yersem, daha mı çok akıllanırım?”
“Elbette daha çok akıllanırsın”
(Kayserili hamsinin başını göstererek)
“Peki bunun tanesi kaç kuruş?”
“Elli kuruş”
(Çıkar cebinden çıkarır 50 kuruşu uzatır)
“Ver bir tane” dedikten sonra hamsinin başını yutar ve bir süre kendi-kendine düşünmeye başlar ve bizimkine dönerek sorar;)
“Bu fazla tesir etmedi, sen bir tane daha ver hele” der…
(alır onuda yutar ve üçüncüsünü yutmak için cebinden 50 kuruş daha çıkarıp verecekken aklına hamsinin kilosunu kaça aldığını sormak gelir ve;)
“Sen bunun kilosunu kaç liraya aldın hemşehrim” diye sorar..
Bizimkisi de; “150 kuruşa” der…
(Bu kez tanesine 50 kuruş veren Kayserili’de şafak atar)
“E,be kardeşim sen bunun kilosunu 150 kuruşa aldın da, niye bana tanesini 50 kuruşa veriyorsun?”
(Bizimkisi yüzüne gülümseyerek;)
“Gördün mü nasıl akıllanmaya başladın” dedikten sonra perde kapanır…
Bizde bu sıralar birkaç hamsi başı yesek de, aklımızın trendini ve enerjisini biraz yükseltsek mi ne etsek acaba?
Hani Kayserilinin duruma bizde düştük de, bunun için böyle düşünüyorum!
Yüksek hoşgörünüzle;
Hoş kalın,
Hoşça kalın…
Siz ‘siz’ olun, yinede yaşama karamsar bakmayın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?