Cenabı Allah, Peygamber Efendimizi diğer Peygamberlerden üstün kıldığı gibi; insanların da bazısını, bazısından üstün kılmıştır. Mesela; Musa Peygamber’le Firavun, İbrahim Peygamber’le Nemrut, Hz. Ebu Bekir’le Ebu Cehil, Hz. Ömer ile herhangi bir Müslüman nasıl bir değilse, Allah’ın kulları arasında da iman ve amel yönüyle diğer insanlar da asla bir değildir.
Dinimizin bildirdiğine göre bütün kalbiyle Allah’a yönelmiş, imanlı takva sahibi kimseler Allah nezdinde diğer insanlardan daha sevimli ve dereceleri bakımından daha yüksektir. Kur’an-da Allah’ın sevgili kulları hakkında: “Onlar, iman edip takvaya ermiş olanlardır” (Yunus Suresi: 62) buyrulmaktadır.
İman ettikten sonra kul, ne zaman ki her şeyiyle Allah yolunda ve Allah’ın rızası için hareket ederse, ancak o zaman olgunluk derecesine ulaşır. Kur’an’da ve Peygamber Efendimizin ifadelerinde Allah’ın sevgili kullarının en bariz vasıflarının iman ve takva olduğu belirtilmiştir. Bu iki vasfı kendinde toplayan ve olgun mümin olanlar Allah’ın sevgili kullarıdır.
“İyi bilin ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir.” (Yunus Su-resi: 62) buyrularak; Allah’ın sevgili kullarının mahzun olmayacağı bildirilmiştir.
İnsana dost lazımsa, o kimse Allah dostu olmalıdır. Yüce Allah Kur’an’da kendisine inananlardan başkasını dost edinmememizi emretmiştir. Peygamberimiz (s.a.v.); “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurarak insanın dünyada kimi sevdiyse, kiminle beraber olduysa ahirette de onunla beraber olacağını bildirmiştir. Diğer bir hadislerinde de; “Kişi sevdiği dostunun dini üzerinedir. O halde her biriniz kime dostluk yapıyor dikkat etsin” buyurmuşlardır. İnsan; arkadaşı ile bilinir, arkadaşı ile tanınır. Bunun için; “Müslümanım diyen herkes kiminle dostluk yapıyor dikkat etsin” buyurmuşlardır. İnsan; arkadaşı ile bilinir, arkadaşı ile tanınır. Bunun için; ‘Müslümanım’ diyen herkes kiminle dostluk ettiğine, kime düşman olduğuna dikkat etmelidir. Dost edinilen, düşman bilinen insanlar imanın ölçüsü olduğu unutulmamalıdır.
ALLAH’IN DOSTLARINI BIRAKIP DÜŞMANLARINI DOST EDİNMEYİNİZ
Allah’ın dostlarını bırakarak, inananların yerine kâfirleri, münafıkları, zalimleri, fesatçıları dost edinenler Allah’a isyan etmiş olur. Camide inananlarla olup da, dışarıda gönlünde Allahsızlık yatan kimselerle olmak iman ve İslam ölçülerine sığmaz. Rabbimiz şöyle buyurur: “Ey inananlar! Allah’tan korkun, daima doğrularla beraber olun.” (Tevbe Suresi: 119
Ne anlarsınız “Allah’ın evliyası olmak” deyince? Evliya, velîler demek. Çoğul bir kelime ama dilimize tekil olarak girmiş. Tekili aslında velî kelimesidir. Velî, dost demek. Evliya da veliler yani dostlar demek. Ama evliya kelimesi ülkemizde tekil olarak kullanılır. Türkçemize tekil olarak girmiştir. “Hacı Bektaşî Velî evliyadır.” derler. “Hacı Bayram Velî evliyadır. Yunus evliyadır. Eşref Rumî Hazretleri evliyadır.” İnsanlar için velâ-yete ulaşmış insanlar için bu tabir tekil olarak dilimize girmiş ve kullanılmaktadır.
Allah ile olan ilişkilerinizde Allah’a evliya olduğunuz nokta, dost olduğunuz nokta Allah’a ulaşmayı dileme noktasıdır. O noktada tagutun kulu olmaktan çıkar, Allah’ın kulu olursunuz. Taguta kul olmak da söz konusu mu? Elbette. Allah’ın kulu olmayan yani evliya olmayan herkes tagutun kuludur. Tagutun dostudur, tagutun evliyasıdır. Dost, dostlar; evliya kelimesi dostlar demek. Dost olmak. Bütün sahâbe de Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in dîn öğretisini öğrenmeden evvel tagutun dostu (yani tagutun velîsi) tagutun kulu idiler. Öyleyse tagutun dostu olmak, tagutun kulu olmak. Allah’ın dostu olmak, Allah’ın kulu olmak birbirinden farklı 2 faktör. Bu farkı bize en güzel anlatan, sahâbenin nasıl tagutun velîsiyken (tagutun dostu iken) tagutun kulu iken, Allah’a dost olması hangi standartlarda bir boyut ifade ediyor?
İşte Zumer Suresinin 17. âyet-i kerimesi bize bu gerçeği öğretiyor: 39/ZUMER 17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
Buna rağmen nasıl olur da Allah dostlarına dil uzatırlar, onları tenkit ederler? Allahü Teâlâ; “Dünya hayatında da, ahirette de onlar için müjde vardır” buyuruyor. Onların Allah’ın (Celle Celaluhu) himayesinde olduğunu görmüyorlar mı?
Bunlara aldanan kardeşlerimiz, aman yazık etmeyin kendinize. Allah’ın dostlarına dil uzatmayın, onlar ayette geçtiği üzere Allah’ın himayesindeler. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin buyurduğu gibi; “Onlar iki tarafı keskin kılıç gibidir.” Olan size olur…
Ayeti kerimelerde bahsedilen kurtuluşun şartlarından birisi ‘nefis tezkiyesi’dir. Nefsini kötü huylardan arındıran kişi kurtuluşun yani evliyaullah olup; Allah’ın güvencesine girecektir. Sadece nefsi tezkiye ederek sevilmeyen ahlaktan arınmak da kâfi değildir. Ayet-i Kerimede geçtiği üzere ‘Rabbinin adını anmak’ yani Allah’ı zikretmek de gereklidir. İşte bu iki unsur zaten tasavvufun temelini oluşturmaktadır. Nefsi tezkiye, kalbi tasfiye… Nefsi tezkiye, nefsin isteklerine karşı gelerek onu dizginlemek, haram olan şeylerden tamamıyla uzak tutmak ve mübah olan şeylerden de kısarak dizginleri ele almak suretiyle olur. Nefis size hâkimken, siz nefsinize hâkim olursunuz.
Kalbi tasfiye de Allah’ı gizli aşikâr kalpten zikrederek (anarak), Allah’tan başka her şeyi kalpten çıkarmak ve Allah’ın sevgisini yerleştirmek suretiyle olur.
“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Al-i imran 191)
Allahü Teâlâ’ya dost olabilmek için Allah’a ulaşmayı dilemek ve O’nu çok zikretmek gerekmektedir. Seven, sevdiğini çok anar. O yüzden Kur’an-ı Kerim’de en büyük ibadetlerden biri olarak beyan edilen ve cihad hakkında bile buyrulmayan ‘çokça yapılmasını emrettiği’ Allah’ın zikredilmesi ‘zikrullah’ gereklidir. Allah dostlarına baktığımız zaman kendileri her hallerinde Allah’ın adını dillerinden düşürmediği, her halde Allah’ı andıkları gibi kendilerine tabi olanlara da telkin etmekte, zikir dersi vermektedirler. Bu makama nasıl ulaşmışlardır? Yine Kur’an cevap veriyor: “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad 28)
Allahü Teâlâ nefsi mutmain olan (Allah’ın dostluğuna kavuşan) kullarını şu şekilde beyan etmektedir: “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına gir, Cennetime gir.” (Fecr 27,28,29,30)
ALLAH ‘tan uzak ve Allah’ın yardımına ihtiyacı olan bir kişi nasıl bir başkasına yardım edebilir ki?
BAKARA – 186 : “ Ve kullarım sana, Ben-den sorduğu zaman, muhakkak ki Ben, (onlara) yakınım. Bana dua edilince, dua edenin duasına (davetine) icabet ederim. O halde onlar da Bana (Benim davetime) icabet etsinler ve Bana âmenû olsunlar (Bana ulaşmayı dilesinler). Umulur ki böylece onlar irşada ulaşırlar (irşad olurlar). “
Evet, Allah’ın bütün insanlardan istediği şey; herkesin evliya olmasıdır. Evliya olmaksa ve evliya olarak cehennemden kurtulmaksa anlattıklarımızı bilmeyen insanlar için inanılmaz derecede kolay bir şeydir.
Demek ki Allah’a mülâkî olmayı dilerse bir kişi, tabi bu dilek samimi ve kalben yapıl-malı o zaman Allah; ‘Mülâkî olacağı gün gelecektir’ diyor. Peki Allah’a ulaşmayı dilemez-isek ve İslâm’ın beş şartı yeter dersek. İşte ayette Allah’ın mülâkî dileği olmayanların ateşe gideceğini vermiş.
YUNUS 7; “Muhakkak ki onlar, Bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler. Dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır ve onlar ayetlerimizden gâfil olanlardır.”
YUNUS-8 “İşte onların kazandıkları (dereceler) gereğince varacakları yer ateştir (cehennemdir). “
Allah’a mülâkî olmayı istemeyen Mülâkî olma ayetlerini yalanlamıştır.
Hacet namazı ile Allah’a dostlarını soralım ve Allah’a dost olalım. Bu da Hacet namazıyla olur. Hacet Namazı perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yan üstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer inanıyorsak yaptığımız her şeyi Allah rızası için yapmalı, vazgeçtiğimiz şeylerden de sırf Allah rızası için vazgeçmeliyiz.
Yani bütün gayemiz Allah’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Sevgi ile kalın…Allah razı olsun..