Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
UNUTMADIK ÇERNOBIL PATLAMASINI ÇÜNKÜ HALK ÖDEDİ ACI FATURASINI
  • 0
  • 147
  • 27 Nisan 2020 Pazartesi
  • +
  • -

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,
Bundan tam 34 yıl önce Karadeniz üzerinden komşumuz olan Ukrayna’da adına ‘Çernobil Faciası’da denilen ‘Nükleer Santral Patlaması’ meydana geldi..
Ve ‘4 Numaralı reaktörün’ patlamasıyla birlikte bünyesinde ne kadar zehir varsa; hepsini çevresine ve doğaya salıverdi..
Ki; gökyüzündeki yağmur bulutlarıyla sefere çıkan zehirli gazlar sadece ‘kazanın patladığı’ kendi ülkesinde kalmadı, çevresinde ne kadar ülke varsa onları da dolaşmaya başladı..
Bu ülkelerden birisi de bizim ülkemizdi..
Ve gökyüzünde dolaşan ve zamanı gelince yere inecek olun bu tehlikeden haliyle bizim halkımızda tedirginliği yaşadı..
Ancak “bizim halkımız” derken, burada ister-istemez bir tasnif yapmak istiyorum…
(Her ne kadar birlikte yaşasak da)
Halkımız dediğim; yönetenler değil…
Tam tersine ‘Yönetilenleri’ kastediyorum..
Çünkü onlar bir-şekilde başlarının çaresine bakabiliyorlar..
Yani tehlike ne kadar büyük olursa olsun; paçayı kurtarıyorlar!
Kurtaramayanlar ise çoğunluğu teşkil eden ve ‘oy kullanmaktan’ başka hiçbir yaptırım gücü olmayan insanlar…
Yani adına demokrasi denilen yönetim biçimine düşüncesiyle katkı sağlayamayanlar!
Her neyse..
Şimdilik geçelim bunları..
Bundan 34 yıl öncenin yöneticileri de gerçekleri dile getirmeye yanaşmıyorlar ve (güya panikleyen halkı sakinleştirmek için) bilimsellikten uzak demeçler veriyorlardı..
Örneğin;
Dönemin birinci muktediri Kenan Evren Paşa şöyle diyordu;
“Bize radyasyondan madrasyondan bir şey olmaz.”
İkinci muktedir Turgut Özal’da paşasının eksiklerini şu şekilde tamamlıyordu;
“Radyasyon yayıldıkça etkisi azalıyormuş…Azıcık radyasyonlu çay içmek sağlığa faydalı.
Korkmadan içilebilir… Radyasyonlu çay lezzetli oluyor” diyordu..
Eh, koskoca Cumhurbaşkanı ve Başbakan böyle konuşur da ‘Bakan Bey’ daha durur mu?
Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral’da hiç zaman kaybetmeden geçti televizyon kameralarının karşısına, kaldırdı -tavşan kanı- kıvamında demlenmiş çayını yudumlayarak;
“Radyasyonlu çay da lezzetli oluyormuş” dedi..
Siyasi güçler ve erkler böylesine korkusuz ve özgür demeçler verirken, Bilim insanları da şöyle demeç veriyordu;
“Bu radyasyonun etkisi şimdi değil, 20-25 yıl sonra ortaya çıkıp ve şu belirtileri gösterecek” deyip, hastalıkları şöyle sıralıyordu;
“Kadınlarda daha çok meme kanseri vakalarına rastlanacak.”
“Çocuklarda lösemi hastalıkları görülecek”
“Down Sendromlu çocukların sayısı artacak”
“Tiroid kanserleri çoğalacak”
“Kanser türü ve vakalarının sayısında artış olacak” gibi…
Buna benzer ‘bilimsel uyarılarını’ yaptı bilim insanları..
Fakat (amiyane tabirle ifade edersek) pek takan olmadı!
Yani ‘yönetsel güçlerimiz’ pek ciddiye almadı…
Ancak bizim dışımızdaki ülkeler bizimkiler gibi davranmadı..
Ve ‘Çernobil Faciasını’ görür-görmez,Nükleer tehlikesinden uzaklaşmaya karar aldı…
Hatta daha da ileri gidip,birçok Nükleer Santrallerinin kapısına kilit taktı..
Bu söylediklerime içinizde inanan, inanmayan var mıdır onu bilemem..
Ancak inanmayanlar varsa, en kestirme yoldan İnternet denilen aygıta müracaat edip öğrenebilirler…
Zehirli sanayi atıklarından nasıl kurtulduklarını kendi gözleriyle görebilirler..
Anımsar mısın bilmem;
Ukrayna’da Çernobil faciasından sonra denizlerimiz ve deniz kenarlarımız adeta çöplüğe dönüşmüştü..
Şöyle ki;
Avrupalı bir ülke sanayi atıklarını dökecek bir yer mi bulamıyor?
Ve gözden çıkardığı eski bir gemiye veya deniz yük taşıyıcısına yüklüyordu zehirli bidonlarını ve atıklarını, çeviriyordu rotasını Türkiye’nin masmavi yosun kokan denizlerine…
Akdeniz kıyılarına yakın Mersin açıklarına kadar yaklaşıyor ve; ‘yabancı bir gemi battı’ süsü veriliyordu…
Ve zehirli atık ve çöp yükle vapur denizin dibini boyluyordu!
Ondan sonra da zehirli sularda yüzdüğümüz yetmiyormuş gibi yediğimiz palamutların hepsi mazot kokuyordu…
Yalan mı?
Ya da üşenmeyip ve yolu uzatarak taaa Karadeniz kıyılarına gelip ‘zehirli çöp yüklerini’ Samsun ve Sinop açıklarına kadar gelip atıklarını -kimse görmeden- denize döktükten sonra geri dönüyorlardı..
İnanmıyorsanız bunu tarih ve zaman vererek somutlaştıralım;
2005 yılında Samsun kıyılarına sahile vuran 267 varili kimse unutmamıştır diye düşünüyorum..
Ve bu ‘zehirli varillerin’ İtalyanlara ait olduğu tespit edilmesine rağmen ve “atıklarınızı geri alın” denildiği halde, atıklarını geri almadıklarını daha unutmamışızdır diye düşünüyorum…
Yahu o kadar gerilere ve uzaklara gitmeye ne hacet…
Daha bundan iki yıl önce, yani 2018 yılında İngiltere’den paramızla 80 ton plastik çöp satın almadık mı?
Ve bu sayede dünyada Malezya’nın ardından-en çok fazla çöp alan 2. ülke olarak tarihin sayfalarına not düşmedik mi?
Ne oldu?
Burnunuzun direği sızladı değil mi çöp kokusu ve zehirli hava teneffüs etmekten?
Sızlamıştır…
Çünkü benimki de sızlamaya başladı..
Onur için bende sözü daha fazla uzatmadan özetleyerek bu çöp ve zehir kokulu sohbete son vermek istiyorum..
Sevgili dostlar,
Değerli canlar,
Nükleer Santraller ve nükleer enerjiler konusunda ahkam kesecek değilim..
Zaten haddim de değil..
Nükleer santrallere karşı çıkanlar olduğu gibi savunanlar da var..
(Ne kadarı doğrudur, ne kadarı doğru değildir onu bilemem)
Karşı çıkan ve Nükleer tehlikesi bölgesinde yaşayan Halklar şöyle diyor;
“Çevremizde ve bölgemizde Nükleer santral istemiyoruz”
“Zehirli hava solumak istemiyoruz”
“Yöremizde yaşayan bilumum canlılar zehirli gaz soluyarak bu dünyadan erken göç etsini istemiyoruz” diyorlar..
“Sebzelerimiz ve ormanlarımız zehirlenmesin” gibi buna benzer gerekçeler ileri sürerek ‘Nükleer Santrallere’ karşı çıkıyorlar…
Peki genel olarak karşı çıkmayan kesim kimler?
Durun, onlardan da birkaç örnek verelim;
Uluslararası küresel sermayeyle ilişkisi olan Sanayiciler..
Sanayicileri temsil eden siyasal yönetici erkler…
Siyasi güçlerin çanağını yalayan ‘yalaka patron’ gazeteciler!
Neyi, niçin desteklediğini bilmeyen ve sürüye katılan seçmenler!
Vesaire, vesaire..
Son söz;
Bu zamana kadar yaşanan doğal faciaların ve beklenmedik bir zamanda meydana gelen ‘kazaların’ hiç birisinde yönetsel güç ve ‘kaymak tabakanın’ başına hiçbir şey gelmemiştir.
Bu gibi faciaların faturasını nedense hep tabanda yaşayan halk ve yönetilenler ödemiştir..
Yanılıyor muyum?
Yoksa yanlış mı düşünüyorum bilmem?
Ama ben böyle düşünüyorum….

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM