Kalbinizi Allah’a Verin ki; Şeytana Yer Kalmasın

Kalbinizi Allah’a Verin ki; Şeytana Yer Kalmasın

Allah (c.c.) Kıyamet Suresi’nin 36. Ayeti Kerimesi’nde; “İnsan başıboş (sorumsuz) bırakılacağını mı zannediyor?” diye tüm insanlığa bir soru sormaktadır.

“Yaptıklarının hesabını vermeyeceğini mi zannediyor insanlar?” denilmekle, Allah’ın (c.c.) kıyâmet gününde kendi hayat filmleri ile herkesi hesaba çekeceği ihtar ediliyor.

Bu soru, insanoğlunun fıtratında ‘özgürce yaşama, bağımlı olmama’ hasletinin olduğunu beyan eder. Bu haslet, Yüce Yaratan’a (c.c.) karşı sorumluluk noktasında tökezlemeleri, karşı çıkışları beraberinde getirmektedir.

Özgür olma sevdasından meydana gelen ayak kaymaları, isyankârlıklar, insanı vurdumduymazlığa, bencilliğe hatta Allah’ın (c.c.) gösterdiği yolu örtmeye, O’nunla (c.c.) mücadele etmeye kadar sürükleyebiliyor.

İnsan başıboşluktan ancak, ‘ALLAH’A (c.c.) ULAŞMAYI DİLEMEK’ sayesinde kurtulabilir.

İbadet ve zikir ile yoğrulmak, Allah’a (c.c.) vasıl olmak, insanı başıboş olma hayalinden kurtarır ve onu Allah’a (c.c.) kul yapar.

Aynı zamanda; “Ve Ben, insanları ve cinleri (başka bir şey için değil, sadece) Bana kul olsunlar” diye yarattım. (Zariyat, 56) Ayeti Kerimesi de insanların yaratılış gayesinin ‘Allah’a kul’ olmasını ifade etmektedir.

Allah (c.c.) ; “İnsanları ve cinleri Allah’a kul olsunlar diye yarattım.” buyuruyor. Kul olmak ‘abd’ kelimesiyle, ibadet etmek ‘abid’ kelimesiyle ifade edilir. Zumer-17’de Allah (c.c.) , sahâbenin şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’a (c.c.) kul olduğunu ifade ediyor. Sahâbe böylece bu âyetteki emri yerine getirmiştir.

ZUMER-17: “Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ibâdi.” – “Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!”

Mesela dilin ibadeti Allah’ı (c.c.) zikretmek olduğu gibi, hayır konuşmak, hayra çağırmak, yalan söylememek, gıybet etmemek, boş konuşmamak, koğuculuk yapmamak, iftirada bulunmamak gibi, dil ile yapılabilecek her türlü kötülükten sıyrılmaktır. Gözün ibadeti, Allah’ın (c.c.) yarattıklarını temaşa edip, ona hamd etmek olduğu gibi, bakılması menedilen yerlere bakmamak, lüzumsuz şeylerde gezinmemek de onun ibadetidir. İbadet çerçevesi o kadar geniştir ki, yolda insanlara eziyet veren bir şeyi kaldırmak dahi ibadet olarak kabul edilmektedir.

NEFSİ İSLAH EDİCİ TEK AMEL ZİKİRDİR…

Eğer siz bu dünya hayatını yaşarken size verilen emanetleri ölmeden önce teslim etmediyseniz, şeytanın kapısını kapatan zikri yapmadan yaşıyorsanız; yaptığınız her şey heba oldu demektir.

Allah (c.c.) tüm insanların sonsuz mutluluklar yaşamasını istiyor. Bu dünyada ve ahirette de sonsuz mutluluklar vermeye hazır. Ama kul kendisine verilen emanetleri ölmeden önce teslim etmiyor ve zikir yapmıyor.

İçinde teslimlerin ve zikrullahın olmadığı bir din tatbikatı eksiktir.  Şeytan denen mahlûkat istiyor ki; insanlar teslimlerini yerine getirmeyen bir kul olsun, kalbinin kapısını açan Allah (c.c.) zikrini yapmasınlar ve sonunda cehenneme gitsinler.

Allah (c.c.) tektir, dini de tektir… Bu din Arapça adıyla İslam, Kur’an’daki diğer adıyla Hanif dinidir. Asla başka başka dinler olmamıştır. Şeytan denen mahlûkat insanları kandırmış ve kendine kul yapmıştır.

Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) önderliğinde sahabenin yaşadığı din tatbikatı nerede, bugünkü din tatbikatı nerede?

Tüm sahabe Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) önderliğinde teslimlerini yerine getirdiler. Ölmeden önce hür iradeleriyle önce ruhlarını,  fizik vücutlarını, nefslerini ve iradelerini Allah’a ölmeden önce teslim ettiler.

Her kim Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) yeni bir din anlattı diyorsa işte o kişi zanna tabi demektir. Şeytan denen mahlûkat istiyor ki; insanlar teslimlerini yerine getirmeyen olsun ve kalbinin kapısını açacak olan zikri yapmasınlar.

1-İslam’ın temel şartları içinde teslimler yok.

2-İslam’ın temel şartları içinde zikir yok.

3-O zaman din de yok.

Koskocaman bir zan var. Bu zannın kurucusu ise baş düşmanın iblis yani şeytan…

Tüm dünya zannederek yaşıyor. Ayrı ayrı dinler olduğunu zannederek yaşıyor insanlar… Yazık, çok yazık…

Biz dünya hayatında dünya mutluluğunu ve ahiret hayatında da ahiret mutluluğunu kazananlardan olmak istiyoruz, değil mi?

Bunun bir tek yolu var. Kur’an-ı Kerim ikinci bir yol olduğunu söylemiyor.

Bu yolun adı SIRAT-I MUSTAKİM. Türkçe olarak çevirecek olursak İSTİKAMET ÜZERE YOL demek. Neye istikamet ALLAH’A… Peki, bu yolun sonu neresidir? Allah’ın (c.c.) kitabı bize bunu söylemiyor olabilir mi? HAYIR…

Peki, nerede söylüyor?

ŞÛRÂ-13: “Şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).” – “(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini kendisine seçer ve o’na yöneleni, kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken kendisine ulaştırır).”

Hepimiz biliyoruz ki, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) insanları ‘ALLAH’A DAVET ETTİ.’ Ana görevi tebliğ etmek. Bundan sonra daveti kabul edenlere ait olmak üzere şu görevleri söz konusu olmuştur.

1-Allah’ın ayetlerini tilavet etmek.

2-İnsanların nefslerini tezkiye etmek.

3-Kur’an-ı Kerim’i öğretmek.

4-Hikmeti öğretmek.

5-Hikmetin ötesini öğretmek.

Peki, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) insanlara ne dedi?

ZUMER-54: “Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).” – “Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.”

 

Peki, bu yönelme insanlara ne sağlayacak?

RÛM-31: “Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).” – “O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve O’na karşı takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.”

Sonra ne dedi? Bu iki ayet birbiri ile çok kolay birleşebilir.

ENFÂL-29: “Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).” – “Ey âmenû olanlar! Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.”

Yani, Ey amenü olanlar ( Allah’a (c.c.) inananlar) O’na yönelir ve takva sahibi olursanız, Allah (c.c.) size FURKANLAR sahibi kılar ve günahlarınızı örter.

Peki, cennet kimlere yakın? Bunu biliyor muyuz?

İşte Ayeti Kerime:

KAF-31: “Ve uzlifetil cennetu lil muttekîne gayre baîdin.” – “Ve cennet, takva sahipleri için uzak olmayarak yaklaştırıldı.”

Şimdi size konuyu tamamlamak adına 2 ayet daha vererek açıklamaya devam edeceğim.

MU’MİNÛN-102: “Fe men sekulet mevâzînuhu fe ulâike humul muflihûn(muflihûne).” – “O zaman kimin mizanı (sevap tartıları) ağır gelirse işte onlar, felâha erenlerdir.”

MU’MİNÛN-103: “Ve men haffet mevâzînuhu fe ulâikellezîne hasirû enfusehum fî cehenneme hâlidûn(hâlidûne).” – “Ve kimin mizanı (sevap tartıları) hafif gelirse, işte onlar, nefslerini hüsrana düşürenlerdir. Onlar, cehennemde ebediyyen kalacak olanlardır.”

Allah (c.c.) buyuruyor ki; “ Kimin mizanı ağır gelirse, yani sevap tartıları ağır gelir ise, işte onlar felaha, yani kurtuluşa erenlerdir.”

Bir insanın günahları örtülür ise doğal olarak sevap tartıları ağır gelecektir. Sevap tartıları ağır gelenler ise kurtuluşa erenlerdir.  Şayet Allah’a (c.c.) yönelmezsek ve bu sebeple de takva sahibi olmadan hayatımızı kaybedecek olursak ne olur? Şu büyük günah veya şu kadar sevap lafına takılmadan şunu söylemeliyim. Hayatınızın her saniyesinde ya derecaat kazanırız veya kaybederiz. Aritmetiksel olarak hesaplayın kurtuluşa ulaşamayacağınızı göreceksiniz. Ancak bunun gerçekleşmeyeceğinin den emin olmanız için bir de Ayeti Kerime vermek istiyorum.

KEHF-105: “Ulâikellezîne keferû bi âyâti rabbihim ve likâihî fe habitat a’mâluhum fe lâ nukîmu lehum yevmel kıyameti veznâ(veznen).” – “İşte onlar, rab’lerinin âyetlerini ve o’na mülâki olmayı (ölmeden evvel ruhun Allah’a ulaşmasını) inkâr ettiler. böylece onların amelleri heba oldu (boşa gitti). artık onlar için kıyâmet günü mizan tutmayız.”

Mizan bile tutmayacağını söylüyor Allah. (c.c.) Bunun aksini söyleyenler olur ise size mutlaka yalan söylüyorlar.

Şunu mutlaka bilmelisiniz. Allah (c.c.) yarattığı en şerli insanı da sever, Allah’a en çok dost olanı da sever. Doğal olarak bu sevginin miktarları arasında da uçurumlar vardır. Yani Allah bütün insanları kısaca sever.

 

Yani ahiret saadeti ve dünya saadeti daima yanı başınızda. ‘KALPTEN ALLAH’I ALLAH’TAN DİLEDİNİZ’, davetini kabul ettiniz ise takva sahibisiniz demektir. Bir tek dilek karşılığı Allah (c.c.) bütün insanları cennetine almaya hazır.

Hayat kısa, katedilecek mesafe fazla. Bunun için NUHUN GEMİSİNE binmek gerekiyor. İBADET VE ZİKİR vasıtası bizi ancak ve ancak O’na (c.c.) ulaştırır. İbadet ve taat, işte huzur dolu bir hayat…

“FANİYİM FANİ OLANI İSTEMEM…

ACİZİM ACİZ OLANI İSTEMEM….

RUHUMU RAHMANA TESLİM EYLEDİM GAYR İSTEMEM…” (SAİD NURSİ)

Allah (c.c.) razı olsun. Sevgi ile kalın…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?