İNİ’L HÜKM-Ü İLLA LİLLAH

İNİ’L HÜKM-Ü İLLA LİLLAH

“Mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır, acı ve hüzünler ise paylaşıldıkça azalır” özdeyişine uygun olarak, doğal afat, ağır hastalık ve ölüm hadiseleri meydana geldiğinde birbirimizi teselli ediyor, taziyede bulunuyoruz. Taziye esnasında genellikle “mekânı Cennet olsun, Allah rahmet eylesin, başınız sağ olsun” gibi üzüntü giderici ve dua ihtiva eden ibareler kullanıyoruz. Bununla beraber, Allah’ın emirlerine razı olmamız gerektiğini beyan eden ve aynı zamanda da bir Ayet-i Celile meali olan “Hüküm ancak Allah’ındır(İnil hükmü illâ Lillâh)” ifadesini de zaman zaman zikrettiğimiz bir vakıadır.
Yağmurun yağmasını, rüzgârın esmesini; deprem, sel, fırtına ve diğer afatları önleme güç ve kudretine sahip olamadığı için, Allah’ın hükmüne mecburen razı olan ve Mevlâ’sına sığınan insanlar, güçyetirebildiği durumlarda nasıl davranırlar, hiç merak edip düşündünüz mü?
Allah’ın koyduğu “tabiat kanunlarını” değiştirme imkânına sahip olamadığından eli-kolu bağlı kalan, bu konuda aciz kalıp “hüküm ancak Allah’ındır” diyen insanlar; değiştirmeye veya müdahale etmeye güç yetirdikleri “şeriat kanunları” söz konusu olunca da “hüküm ancak Allah’ındır” diyebiliyorlar mı? Esas mesele burada, teslimiyet ve samimiyet buradadır.
Engel olamadıkları, değiştirmeye ya da durdurmaya güç yetiremedikleri olaylar karşısında Allah’a sığınan, “hüküm ancak Allah’ındır” diyen insanların; Mevlâ’mızın hakkında açık hüküm koyduğu ve kesin olarak haram ettiği faiz söz konusu olunca, niçin aynı teslimiyeti göstermediklerini, faiz illetini meşru hale getirdiklerini, iktisadi ve ticari ilişkilerini, ekonomilerini faiz esasına dayandırdıklarını nasılizah etmek gerekir?
Zorda kaldıklarında veya dara düştüklerinde aczini ifade eden, Allah’ın hükmüne razı olan zevatın; zina ve fuhuş kat’i şekilde yasaklandığı, buna tevessül edenlerin tehdit edildiği ve ağır cezalara maruz kalacakları belirtildiği halde, “hüküm ancak Allah’ındır” diyerek, aynı teslimiyeti göstermemelerini nasıl yorumlamak lâzımdır?
İçki, kumar, karaborsa, ihtikâr, dedikodu, gıybet, su-i zan, haset, kin, garez, hırsızlık, sahtekârlık, rüşvet, kamu ve kul hakkına tecavüz ve bunlara benzer insanlığa, İslâm ahkâm ve ahlakına ters düşen çirkinliklere bulaşan ve böyle durumlarda Allah’ın hükümlerine uymayan kişilerin; sıkıştıklarında “hüküm ancak Allah’ındır” demelerinin, samimiyetle ve teslimiyetle alakası olabilir mi?
Allah’ın azabını ve gazabını düşünmeyerek haramlarla iştigal eden, günahlara bulaşan insanlar ile; önemsemeyerek veya hafife alarak ibadetleri terk eden, İslâm ahlak kurallarıyla mücehhez olmayaninsanların, başka çıkış yolu olmadığından ve çaresizliğinin neticesi olarak “hüküm ancak Allah’ındır” demelerinin kıymet-i harbiyesi olur mu veya ne kadar olur?
Tesettürde, ticarette, ziraatte, tarımda, siyasette, hukukta, içtimai hayatta, memuriyette, iş hayatında, insanlar ve ülkeler arası ilişkilerde Allah’ın koyduğu hükümlere muhalif hükümler ihdas eden ve bunları uygulamak suretiyle insanların dünya ve ahiretini mahv-u perişan eden, hayatı çekilmez hale getiren “Müslüman etiketli” insanların, taziye esnasında ya da diğer acziyet hallerinde “hüküm ancakAllah’ındır” cümlesini telaffuz etmelerinin ciddiyetle bir ilgisi var mıdır?
Buraya kadar sıraladığımız bu ve bunlara benzer tüm soruların cevabı aslında tektir ve de basittir. Eğer burada “atalet ve cehalet” yoksa, emin olunuz ki ihanet vardır, samimiyetsizlik vardır, ikiyüzlülük vardır. Başımıza gelenler ellerimizle yaptıklarımızın karşılığıdır; samimiyetsizliğimizin, ikiyüzlülüğümüzün neticesidir.
Kâinatı ve içinde bulunan canlı-cansız tüm mahlûkatı yaratan, dünyanın ve ahiretin sahibi olan Yüce Allah olduğuna göre, elbette ki hüküm koyma hakkı O’nundur. Dolayısıyla, Allah’ın hükümlerini göz ardı eden, bu hükümlere ters düşen hükümler koyan, itaatin dışına çıkarak haramlara ve helallere riayet etmeyen, günahlardan kaçınmayan, ibadetleri terk eden insanların, acizkaldıklarında “hüküm ancak Allah’ındır” demelerinin fazla önemi yoktur.
İnananlar için Allah, tüm zamanların ve mekânların, acı-tatlı, mutlu-hüzünlü tüm durumların ve olayların rabbidir, sahibidir. O’nun koyduğu hükümler ise, mutlak manada haktır, en yücedir, doğrudur; ihlal edilmesi veya değiştirilmesi asla kabul edilebilir durum değildir. Allah’ın verdiği ten ve can ile O’nun yarattığı dünyada, O’nun verdiği nimetlerden yararlanarak yaşayan insanların, hüküm sahibi olarak ancak Allah’ı kabul etmeleri gereklidir, doğrudur. Ancak zorda ve darda kaldığı zamanlarda bunu kabul ve itiraf eden insanların, her zaman ve mekânda, her olay karşısında, aynı tavrı ve tutumusergilemeleri gerekir. Aksine davrananlar “havanda su döverler” ancak kendilerini aldatırlar ki, bunun sonu hüsrandır, dünyada rezil-i rüsva olmak, Âhirette ise müflis ve miskin durumuna düşmektir. Ki, Mevlâ-i Müteal cümlemizi bundan mahfuz eyleye, emin eyleye.
Selam ve dua ile Müslümanlar…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?