İmtihan, Akıl Nimeti ve Emaniye İlim Nedir?

İmtihan, Akıl Nimeti ve Emaniye İlim Nedir?

Allah’a ulaşmayı dileyen insanlar başlarına bir musîbet geldiği zaman o musîbeti güler yüzle karşılarlar… Ve derler ki: “Yarabbi! Sen bana ne yaparsan yap. Başkalarının cezalandırma dediği olayların hangisini bana tatbik edersen et, ben bilirim ki Sen beni cezalandırmıyorsun. Sen bana sadece olgunlaşma vasıtalarından birini daha kullanıyorsun.. Muradın, beni kemâl derecelerine ulaştırmak, insan-ı kâmil yapmak.

Ya Rabbim!

Başkalarının ne kadar üzüleceğini bildiğim bu olaylar eğer benim başıma geliyorsa ben kesin olarak şuna inanıyorum ki, Senin buradaki muradın beni huzursuz etmek değildir, bana ceza vermek değildir… Böyle olduğunu biliyorum. Sen söylüyorsun bana bunları. Öyleyse Sen bana ne yaparsan yap. Başkalarının çok fazla üzüleceği hangi olayı benim başıma getirirsen getir, ben Sana teslim olmak niyetinde ve idealindeyim. Hiçbir olayın beni cezalandırmak maksadıyla vücuda gelmediğini en iyi bana Sen öğrettin…

AKIL NİMETİ

İnsan, aklı ve kalbiyle insandır. Hayvanlardan ayrıldığı nokta da burasıdır. Aklını ve kalbini kullanmayan insan Kur’an tabiriyle hayvanlardan daha aşağıdır.

(A’RAF, 179) “Ve andolsun ki; cehennemi, insanların ve cinlerin çoğuna hazırladık (yarattık). Onların kalpleri vardır, onunla fıkıh (idrak) etmezler. Onların gözleri vardır, onunla görmezler. Onların kulakları vardır, onunla işitmezler. Onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha çok dalâlettedirler. İşte onlar, onlar gâfillerdir.”

Bu âyet-i kerime, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak bir şekilde insanların çoğunun gafil olduğunu göstermektedir. Cehenneme gidecek olan insanlar, Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Eğer Allah’a ulaşmayı dileseler Allah’û Tealâ, bunu işitir, bilir ve görür. Rahmân esmasıyla tecelliye başlar. Rahmân esması, birinci etapta onların gözlerindeki hicab-ı mestureyi alır. Böylece İrşad Makamı’nı alelâde bir insan olarak değil, İrşad Makamı olarak görmeye başlarlar.

Ve o noktadan itibaren ondan nefret etmezler. Onu sevmeye başlarlar. Allahû Tealâ, onların kulaklarındaki vakrayı alır. Ve işitmeye başlarlar ve İrşad Makamı’na ulaşmak için, davete icabet için hazır hale gelirler. Onların kalplerindeki ekinneti, negatif çalışan kompüter sistemini alır, yerine ihbat koyar. Sonra Allah, onların kalplerine ulaşır. Kalplerinin nur kapısını Allah’a çevirir. Göğüslerinden kalplerine bir nur yolu açar. Zikir yaptıkça Allah’tan gelen nurlar, kalbe girebilsin, ulaşabilsin diye…

Allah’û Tealâ, Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)’e diyor ki: “Sen mezardaki ölülere işittiremezsin. Onlar ölülerdir. Söylediklerini işitmezler. Benim davetime sadece işitenler icabet eder.” (En’âm-36, Neml-80). Hiç kimse başlangıçta, davete icabet edemez. Çünkü kulaklarında vakra vardır. İnsanlar, başlangıçta gözlerinin üzerinde hicab-ı mesture adında bir perde olduğu için irşad makamına, alelâde bir insana bakar gibi bakarlar.

Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa (S.A.V.)’i de herhangi bir insan olarak kabul etmişlerdir. Allah’ı temsil ettiğini, Allah’ın Nebî’si, (Peygamber’i) olduğunu idrak edememişlerdir. Allah’ın temsil edildiği bir insanla, başka bir insanı mukayese etmek imkânına sahip değillerdir.

Allah’ın “ÖLÜLER” diye hitap ettiği insanların özellikleri; gözleri varken görememeleri, kulakları varken işitememeleri, kalpleri varken idrak edememeleridir (İsrâ-45,46). Öyleyse bunlar mutlaka uzak dalâlet içindeki kişilerdir.  İşte Allah’û Tealâ cehennemi, insanların ve cinlerin çoğu için hazırlamıştır.

17/İSRÂ-46: “O’nu (Kur’ân’ı), fıkıh (idrak) etmelerine karşı, (fıkıh edemesinler diye) kalplerinin üzerine ekinnet ve onların kulaklarına vakra (işitme engeli) kıldık. Ve sen, Kur’ân’da Rabbinin tekliğini zikrettiğin zaman nefretle arkalarına döndüler.”

Ne zaman Allah sizi seçmiş ise siz, Allah’a ulaşmayı dilemişseniz ve Allah, sizin üzerinize Rahmân esmasıyla tecelli etmeye başlar.

Hidayet olmadan Allah’a teslim olunmaz.. Cahillerden fetva alanlar Allah’a ulaşmayı dilemeyenlerdir. Allah’a ulaşmayı dilemeyenler için bir kurtuluş mümkün değildir..

“Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: “Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitab verilenlere ve ümmîlere: “Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah’a) teslim ettiniz mi?” de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.” ALİ İMRAN 20

Âli İmrân Suresi’nin 20. âyet-i kerimesi Kur’ân’ı Kerim’in önemli ayetlerinden bir tanesidir. Burada Allah’û Tealâ’nın hepimize bir işareti var: Başta Peygamber Efendimiz (S.A.V) olmak üzere bütün Sahâbe, fizik vücutlarını da ruhlarını da bu âyet-i kerime gereğince Allah’a teslim etmişlerdir. Ruhun Allah’a ulaşıp Allah’a teslim olması, ruhun hidayetidir.

Fizik vücudun şeytana kul olmaktan kurtulup Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellik kazanması fizik vücudun hidayete ermesi yani Allah’a teslim olmasıdır. Nefsin Allah’ın bütün emirlerini %100 yerine getirdiği, yasak ettiği hiçbir fiili işlemediği nokta ise nefsin hidayete erdiği, Allah’a teslim olduğu noktadır. İrademizin Allah’a teslim olduğu nokta irademizin hidayetidir.

Öyleyse hidayet Allah’a teslim olmak demektir. Ruh Allah’tan geldiği için ve zaten ahsen olduğu için onu daha fazla ahsen kılacak olan imkâna sahip değiliz. Öyleyse sadece ait olduğu Allah’ın Zat’ına geri dönerek hidayete erecektir. Ama fizik vücut ahsen değildir. Yani Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir özellikle insana teslim edilmemiştir. Tam aksine Allah’ın bütün yasaklarını çiğneyen, emrettiklerini yerine getirmeyen bir ortam içinde teslim edilmiştir. İnsanın görevi, fizik vücudunu Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili işlemeyen bir hüviyete sokmaktır. Nefs için de ölçü daimî zikre ulaşmaktır. Nefs daimî zikre ulaştığı zaman nefsin kalbindeki bütün afetler yok olur. Ruhun bütün hasletleri faziletler adıyla nefsin kalbine ulaşır yani nefs de ruh hüviyetine ulaşıp ahsen olur.

EMANİYE İLİM NEDİR?

Hidayeti din tatbikatından çıkarmak emaniye bilgidir.

KEHF 17; “Ve güneşin doğduğu zaman mağaralarının sağ tarafından geldiğini ve battığı zaman sol taraftan onların yanlarından geçtiğini görürsün. Ve onlar, onun (mağaranın) geniş sahası içinde bulunuyorlardı. İşte bu, Allah’ın âyetlerinden (mucizelerinden)dir. Allah, kimi Kendisine ulaştırırsa, işte o hidayete ermiştir. Ve kimi dalâlette bırakırsa (kim Allah’a ulaşmayı dilemezse) artık onun için velî mürşid (irşad eden evliya) bulunmaz.”

Kehf Suresi’nin 17. âyet-i kerimesi hidayetten bahsetmesi sebebiyle Kur’ân’ın önemli âyetlerinden birisidir. Kur’ân’ın temelini, çağımıza damgasını vuran “hidayet” teşkil etmektedir. Bütün resûller, nebîler hidayetle vazifelendirilmişlerdir. Hidayet; ruhun, vechin, nefsin ve iradenin Allah’a teslimi demektir.  Allah kimi Kendisine ulaştırırsa o kişi hidayete erer.

3/ÂLİ İMRÂN-73: “Ve (Ehli Kitap): “Sizin dîninize tâbî olandan başkasına inanmayın.” (dediler). (Habibim onlara) De ki: “Muhakkak ki hidayet Allah’a ulaşmaktır. (İnsanın ruhunun ölmeden önce Allah’a ulaşmasıdır.) Size verilenin bir benzerinin, bir başkasına verilmesidir.” Yoksa onlar, Rabbiniz’in huzurunda, sizinle çekişiyorlar mı? (Onlara) De ki: “Muhakkak ki fazl Allah’ın elindedir. Onu dilediğine verir.” Ve Allah, Vâsi’dir (ilmi geniştir, herşeyi kapsar), Alîm’dir (en iyi bilendir).”

2/BAKARA-120: “Ve sen onların dînine tâbî olmadıkça (uymadıkça) ne yahudiler ve ne de hristiyanlar senden asla razı olmazlar. De ki: “Muhakkak ki Allah’a ulaşmak (Allah’ın Kendisine ulaştırması) işte o, hidayettir.”. Sana gelen ilimden sonra eğer gerçekten onların hevalarına uyarsan, senin için Allah’tan bir dost ve bir yardımcı yoktur.”

İnsanın ruhu Allah’a ulaşmaz. Allah, o kişinin ruhunu Kendisine ulaştırır.

42/ŞÛRÂ-13:  “(Allah) dînde, onunla Hz. Nuh’a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); “Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın.” diye Hz. İbrâhîm’e, Hz. Musa’ya ve Hz. İsa’ya vasiyet ettiğimiz şeyi Sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah’a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O’na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).”

Kehf Suresi’nin 17. âyet-i kerimesi bir başka konuya daha ışık tutmaktadır. Dalâlette olanlar için bir velî mürşid bulunmaz. Çünkü kişi hidayete ermeyi (Allah’a ulaşmayı) dilemiyorsa Allah o kişiyi zaten hidayete erdirmez. O kişi dalâlette kalmayı tercih etmiştir, Allah da onu dalâlette bırakır.

Öyleyse Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye, kıldığı Hacet Namazı ile Allah mürşidini ona gösterecek, onu 12 tane ihsanla mürşidine ulaştıracaktır. Kişi hidayete adım atacak ve ruhu Allah’a doğru yola çıkacaktır.

16/NAHL-9: “Ve sebîllerin (dergâhlardan Sıratı Mustakîm’e ulaşan bütün yolların yani mürşidlerin) tayini, Allah’ın üzerinedir. Ve ondan sapanlar vardır. Ve eğer O dileseydi, sizin hepinizi hidayete erdirirdi.”

İki tane alternatif vardır.

Kişi, Allah’a ulaşmayı diler ve Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştırır.

Kişi, Allah’a ulaşmayı dilemez ve Allahû Tealâ ona bir velî mürşid tayin etmez.

Selam olsun hidayete tabi olanlara…

Allah razı olsun. Sevgi ile kalın.

Sosyal Medyada Paylaşın:
Sonraki Yazı

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?