“Son dakika” haberlerini artık öylesine çok alıştık, öylesine çok kanıksadık ki; televizyon ekranlarında “son dakika” uyarılarını görünce ilk aklımıza gelen şey; ‘Yine bir şehit’ haberi verileceğini adımız gibi biliyoruz…
Bu “son dakika” haberleri artık bize pek yabancı gelmiyor…
Mayıs ayının son akşamının ‘Son dakika’ haberi Şırnak’tan geldi ve haber şöyle verildi;
“Şırnak’tan acı haber”
“Şırnak’ta askeri bir helikopter düştü”
“Helikopterdeki askerler şehit oldu”
Ve işte düşen helikopterde şehit olan askerlerin isimleri;
Tümgeneral Aydoğan Aydın
Albay Oğuzhan Küçükdemir
Albay Gökhan Peker
Yüzbaşı Songül Yakut
Binbaşı Koray Onay
Yüzbaşı İlker Acar
Yüzbaşı Nuri Şener
Başçavuş Mehmet Erdoğan
Uzman Çavuş Zeki Koç
Pilot Yüzbaşı Serhat Sığınak
Pilot Üstteğmen Abdülmüttalip Kesikbaş
Teknik Başçavuş Fevzi Kıral
Piyade Uzman Çavuş Hakan İncekal
Henüz resmi açıklamalar yapılmadığı için helikopterin nasıl ve ne şekilde düştüğü pek bilinmiyor.
Bilinen tek şey, düşen helikopterde bulunan subay ve üst-düzey komutanların kim oldukları ve rütbeleri…
Yine yediden-yetmişe hepimizin tek bildiği şey var;
13 şehit ve 13 sönen ocak…
13 ananın gökyüzünün maviliğini yırtan haykırışları!
13 babanın klasik; “Vatan sağ olsun” mesajları!
13 eşin; hem içine, hem dışına döktüğü bitmeyen gözyaşları!
Kardeş ve bacılarının sımsıkı tabutları kucaklayışları!
Ve büyüklerimizin ve en…en büyüklerimizin klasik basın mesajları!
Aaaaahh, ah!
Çok daha derin yazılacak yazılar var ama yazılmıyor ki!
Anlatılacak şeylerin önüne öylesine yüksek “olağan üstü duvar” örmüşler ki; aşabilirsen-aş; bir türlü aşılmıyor ki!
Dün Diyarbakır’da şehit düşen üç askerin üzerine daha toprağını küllemeden, bugün 13 şehit askere daha ebediyen yatacakları mezarları kazdık…
Gerçi ülkemizin dört-bir tarafı ‘Şehitler Mezarlığına’ döndü ya!
Bütün üst-geçit köprülerine, park ve caddelere ‘şehitlerin’ adını yazmaktan daha ‘şehit adı’ yazacağımız yerlerde kalmadı ya!
Her neyse…
Acıların üzerine bir acıda biz eklemeyelim…
Sonuç olarak; yaşanan acıları ‘yüreğine ateş düşenler’ kadar olmasa da yüreğimde bende hissediyorum…
Ve unutmadan ‘acıyı yüreğinde hissedenlere’ baş sağlığı diliyorum…
Ve ardından da şöyle düşünüyorum; “Acaba biz beddualı mıyız?”
“Neden bizim başımızdan bu felaketler bir türlü eksik olmuyor?”
Öyle ya; bir inançlı insan ‘duaya inanıyorsa’ bedduaya da inanması gerekmez mi?
Mezar başında okunan duaların yer altında yatanların ruhuna gidileceğine inanılıyorsa; yer-altında yatanlarında ‘bedduaları’ yer-üstüne gelebilir diye düşünüyorum ben!
Yoksa nedir bu gün geçmeden başımıza gelen bu felaketler?
Beklenmedik zamanda ya deprem oluyor, yada yer-altında bir maden faciası!
Hiç umulmadık bir zamanda ya öğrenci yurdu yanıyor ve toplu ölümler meydana geliyor, yada onlarca insanın öldüğü bir trafik kazası!
Son yıllarda ‘bireysel’ ölümler unutuldu, adeta ‘toplu ölümler’ bizim adeta kaderimiz olmaya başladı!
Onun için siz nasıl ve ne düşünürsünüz onu bilmem ama bana göre birileri bize hem ‘yer-üstünde’ hemde ‘yer-altından’ beddua ediyor gibi geliyor!
Vallahi bu konu üzerinde nasıl bir önlem alınır onu bilemem ama; en azından üzerinde düşünmeye değer diye düşünüyorum…