Şaban KARAKAYA
Şaban KARAKAYA
saban@giresungundem.com
ESKİDEN DÖRT MEVSİM VARDI ZAMANINDA KAPIMIZI ÇALARDI
  • 0
  • 160
  • 04 Mayıs 2020 Pazartesi
  • +
  • -

Merhaba sevgili dostlar,
Merhaba değerli canlar,
Merhaba adresi bana yakın ve tanış olanlar..
Merhaba dünyanın en uç noktasında oturanlar!
Merhaba yüzünün rengi siyah veya beyaz olanlar,
Merhaba ten rengini hesap etmeyip insan gibi duranlar!
Hepinize en samimi duygularımla kucak dolusu selamlar..
Hiçbir ayrım yapmaksızın hepinize yürek dolusu merhabalar.
Saygıdeğer sayfa arkadaşlarım;
Yaşı otuzun ve kırkın üzerinde olanların da çok iyi bildiği gibi;
Bir zamanlar mevsimleri üç ay üzerinden hesap ederdik…
Ve biz eğitimciler;
“Şu tarihte ‘Kış Mevsimi’ bitecek ve ardından ‘Bahar’ girecek..
‘Bahar’ bitip, ardından ‘Yaz’ ve daha sonra da Sonbahar girecek” diye öğrencilerimize öğretirdik…
Mevsimlerde bizi öğrencilerimizin karşısında hiç yalancı duruma düşürmez ve tam zamanında kapımızı tıklatarak geldiğini apaçık belli ederdi..
Öyle değil miydi?
Öyleydi…
Peki ne oldu da gün geçtikçe mevsimler yolunu izini şaşırır oldu?
Ne oldu da ‘yaz mevsimini’ kış gibi yaşayıp ve ‘kış mevsimini de’ yaz mevsimi gibi yaşıyor olduk?
Bunun bir izahı olmalı öyle değil mi?
Öyle ya bunun ‘bilimsel’ bir açıklaması olmalı..
Ve bunun gerekçelerini öğrenmek içinde inanın bana birilerinin açıklama yapmasını beklemeye hiç gerek yok…
Bizler istedikten sonra, salt kendi ülkemizin değil, yaşadığımız dünyanın bir üyesi ve vatandaş sorumluluğunu üstlenip ve kendi kendimize düşünerek de buluruz bu dünyanını üzerinde dönen dolapları ve düzenbazlıkları…
Buluruz bulmasına da..
Ancak;
Üzerimize kene gibi yapışan ‘keçi inatçılığını’ ve fanatizmi de bir tarafa bırakıp ve ön yargılarımızı temizledikten sonra buluruz..
İnanın bana bu şekilde davranıldığını düşünün; Ne Bilim İnsanın gerçekleri açıklamasını beklemeye gerek kalır..
Nede ‘Siyaset Tüccarlarının’ yalanını, demagojisini dinlemeye gerek kalır…
Çünkü bu dünyanın ‘ekolojik devinimini’ ve ‘dengesini’ bozanlar, zaten onlar ve onların patronları..
(Bilim İnsanlarının bir kısmını tenzih edip ayırırsak)
Bu nedenle diyorum onları beklemeye gerek yok diye..
Üstelik Allah bize de az-buçuk akıl vermiş…
Düşünebildiğin yere kadar sende düşün demiş…
Eeee?
E’si şu;
Bizler; bu dünyanın üzerinde yaşayan 8 milyar nüfusun sadece 26 milyarderin mal varlığının 3.8 milyar kişinin mal varlığına eşit olduğunu biliyorsak…
Ve;
Dünya neden gittikçe kirleniyor?
Neden mevsimler birbiriyle yer değiştiriyor.
Bu iklim değişikliğine kimler sebep oluyor?
Kutuplarda buz dağları niye gün geçtikçe hızlı bir şekilde eriyor?
Denizlerde Tsunamiler, Kara’da kasırgalar neden çoğalıyor?
Bilim, teknoloji ve tıp dünyası bu kadar ilerlemesine rağmen;
Neden ‘kuş grimi, tavuk gribi, domuz gribi’ gibi ‘hayvan ismi’ taşıyan grip hastalıkları gün geçtikçe çoğalıyor?
Ve bu hastalıkların ilacını bulmakta neden zorluk çekiliyor?
Tıpkı (Yarasa kökenli) dedikleri ‘Korana Virüsünün’ ilacını hala bulamadıkları gibi…
Şimdi tekrar konu başlığımız olan mevsimlerin iklim değişikliğine geri dönecek olursak…
ve bilimsellikten uzak, amatörce düşüncelerimizi ileri sürerek;
Acaba bu mevsimlerin birbiriyle yer değiştirmesi ve bin-bir çeşit hastalıkların ardı-ardına gelmesi; aç gözlü ve vahşi kapitalizmin temsilcilerinin doğanın dokusunu bozmasından olabilir mi?
Örneğin, kendi ülkemizden örnekleyecek olursak;
Deniz kenarına ve sahillere turistik oteller ve villalar yapmak için ormanların (bir şekilde) yakılması…
Ormanlarda yaşayan canlıların kendilerine ait yuvalarının yakılıp yıkılması…
Ve o canlıların (bizim anlamadığımız dille) yuvalarını yıkanlara beddua etmiş olabilir mi?
Ülkemizde ne kadar akarsu, ne kadar ırmak varsa hepsini HES (Hidroelektrik Santralı) projesi başlığı altında tarumar ettiler…
Özgün akan dereleri adeta tutuklayıp yolunu-izini şaşırttılar!
Yani suyun içinde tanrı tarafından yaşamasına izin verilen, fakat birileri tarafından -izin verilmeyip- yuvaları yıkılan, yaşam alanları yok edilen o masum ve günahsız canlılar, kendi dillerinde acaba yuvalarını yıkanlara beddua etmişler midir?
Bugün HES (Hidroelektrik Santralı) kurmak için 2500 dolayında müracaat olun ve elektrik ürütmek için 1800 küsur şirkete inşat izni verildiği yetmiyormuş gibi; Bulunduğu yerden 40-50 kilometre uzaklığa zehir saçan Nükleer Santrallere de izin verilip kurulmaya çalışılıyor…
Ve bu Nükleer Santraller gökyüzüne zehir saçtığı için kuşların o yörede uçarken, kaçarken zehirlenip ve ölüme kanat çırparak yol alması ve ölümlerine sebep olanlara kendi lisanları ve dilleriyle beddua etmişler midir acaba?
Hani onlarda bizim gibi can taşıyor da, onunun için böyle düşünüyorum..
Hani bizler nasıl ölmemek ve bir gün daha fazla yaşamak için direniyorsak, belki onlarda öyle düşünüyordur…
Hızlandırarak özetleyecek olursak;
Bir zamanlar dört mevsimin güzelliğini ayrı ayrı yaşadığımız bu dünyayı kirletenler sizce kimler?
Çoğunluğu oluşturan halk mı?
Yoksa bir avuç mutlu azınlık mı?
Güzelim ormanlarımızı yakıp-yıkıp ve kişisel çıkarları için yerine yıldızlı-yaldızlı turistik oteller ve villalar dikenler mi?
Yoksa, yüzyıllardır o ormanların gölgesinde yaşayan halk mı?
Veya da, dünyalığı’na ‘dünyalık’ katmak isteyen Talancılar mı?
Hı, sizce hangisi?
Yani onlar mı, yoksa halk olarak sizler misiniz?
Sömürü düzenini kurmak istediği ülke halkları arasında savaş çıkarıp, gökyüzünü barut kokusuna sokan, kimyasal silahlarıyla bizlere zehir koklatan ve çeşitli hastalıklara davetiye çıkartarak bizleri bu dünyadan öteki dünyaya erken gönderenler kimler?
Bunların üzerinde düşünmek o kadar zor mu?
Yani kendi aklımızı kullanarak düşünemez miyiz?
Bunları düşünebilmemiz için illada bir mevki sahibi mi olmamız gerekiyor?
Mutlaka bir üniversite de tahsili mi yapmamız gerekiyor?
Bunları düşünebilmemiz için; illa da bilim adamı veya akademik bir kariyere mi sahip olmamız gerekiyor?
Bunları düşünebilmemiz için illada bir siyasi partiye mensup mu olmamız gerekiyor?
İlla da ‘siyaset tüccarlarımızın’ düşündüğü gibi mi düşünmemiz gerekiyor?
Ve yeryüzünde..
Ve kendi ülkemizde,,
Bütün bu olup biten ve yaşanan çelişkileri görmek için illada birilerinin bunu bize anlatması mı gerekiyor?
Üstelik bunları uzun-uzun, enine-boyuna ve teorik olarak ince ayrıntılarına kadar düşünmeye de gerek yok..
Hele hele Diyanet İşleri Başkanlığından ‘fetva’ beklemeye hiç mi-hiç gerek yok…
Sadece atalarımızdan bize miras kalan;
“Biri yer, biri bakar-Kıyamet ondan kopar”
Özdeyişini anımsayalım kafi…
Düşünme eylemimizle sadece bu sözün altını dolduralım, bize yeterde artar bile..
Üstelik korkacak bir şeyde yok…
Çünkü gördüğünüz gibi geçmişte atalarımız bile insanları ikiye ayırarak ‘sınıf ayrımcılığı’ yapmışsa onlar bizden önce yapmış!
Onun için korkulacak bir şey yok diyorum..
Son söz;
Sevgili dostlarım,
Sevgili canlarım,
Belki şimdi benim söyleyeceğim bir sözü çok hayal mahsulü ve fantastik bulacaksınız ama…
Ben yinede düşündüğümü söylemek istiyorum;
İnanın bana, bu dünyayı kirletip yaşanmaz halde bırakanlar var ya.. işte onlar bir gün yükü yumağı yükleyip başka gezegenlere göç edecekler…
Ve bu kirlenmiş dünyayı biz gidemeyenlere bırakacaklar diye düşünüyorum..
Günümüzde nasıl ki, Yatlarıyla ve Uçan-Saraylarıyla dünyanın en bakir ve güzel yerlerini satın alarak oraya gidip yaşıyorlarsa bu talancılar…
Bu asalaklar;
Bir gün gelecek…
Bu dünyayı soyup-soğana çevirenler..
Yaşanacak yer bırakmayıp talan edenler;
Uzay Gemilerine binip, yaşanabilir bir gezegene yerleşecekler..

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?

  • ÇOK OKUNAN
  • YENİ
  • YORUM