BİR YANDA DÜŞECEĞİ DALI KESENLER ÖTE YANDA EKSİĞİ İÇİN DUA EDENLER

BİR YANDA DÜŞECEĞİ DALI KESENLER ÖTE YANDA EKSİĞİ İÇİN DUA EDENLER

Sevgili dostlar,
Değerli canlar,

Bugün siz değerli sayfa paydaşlarımla iki konu üzerinde sohbet yapmak istiyorum.

Birincisi;
Trabzon yöresinde yaşanan sel felaketi nedeniyle yaşanan acı olaylar…
İkincisi de;
Kimin ne eksiği varsa,ona göre dua edip eksiğini tamamlayanlar.
*** *** ***
Dereler…
Ne zaman azgınlaşıp, ne yapacağı belli olmayan dereler..
Ve uzmanların bütün uyarılarına rağmen;
Umarsızca dere yatağının içinde yapılan dizi dizi evler…
Ne zaman geleceği belli olmayan, beklenmedik tehlikeler…
Ve ardından yaşanan acı haber;

“Trabzon yöresinde büyük bir sel felaketi oldu.
7 kişi kayıp oldu aranıyor ve 7 kişide öldü.”

Ve bu ilk kez olmuyor ki…
Bu yaşanan acı ilk kez yaşanmıyor ki…
Hemen hemen her yıl oluyor…
Her yıl olmasa bile en azından üç-dört yılda bir yaşanıyor…
Ama bütün bu yaşanan acılara rağmen yinede dere kenarlarına, derenin sere-serpe uyumak istediği dere yataklarına ev yapılıyor.
Yani…
Yani; bir türlü yaşanan acılardan ders çıkarılmıyor…

Şimdi birçoğunuz belki haklı olarak diyecektir ki;
“Yahu dere yataklarını bozanlar ve tahrip edenler sadece sözünü ettiğin bu garibanlar mı?”

“Doğanın dengesini ve binlerce canlının yaşam ortamını yok eden, ortadan kaldıran HES kılıfı altında derelerimizi ve güzelim doğamızın altını-üstüne getirip talan edenlere niye bir söz söylemiyorsun?” diye böyle düşünenleriniz varsa, söyleyecek bir şeyim yok…
Sizlerde haklısınız…

Derelerin özgürce akacağı yerlere evler yapılıyorsa…
Patronların çok para kazanması için dereler günden güne HES kılıfı adı altında betonlaştırılıp ve binlerce canlılar öldürülerek ortadan kaldırıldığı gibi yaşam ortamları yok ediliyorsa; Tanrı ne yapsın!
Bile bile ve göz göre-göre güzelim doğanın dengelerini birileri bozuyorsa…
Aklını, mantığını öne koyup ve eşeğini sağlam kazığa bağlamayı düşünmüyorsa;
Tanrı ne yapsın?

Şimdi en iyisi gelin bu konuyu bir Bektaşi fıkrasıyla bitirelim;

“Bir köyde yağmur duasına çıkarlar. Bektaşi de bunlara uyar. Cemaatin arkasından giderken eline geçirdiği bir ağaç dalını kendi tarlasına dikerek başını yukarı kaldırır.
Bizim tarla da işte burası. Bari iyice bir yağmur yağdır da sulansın, der.
Yağmur duası biter, herkes evine döner ve o akşam şiddetli bir yağmur ve dolu yağar. Bektaşi sabahleyin tarlasını gezmeye gider. Bir de ne görsün, dolu bilhassa kendi tarlasındaki ekinleri mahvedip toprağa katmış. O vakit de başını yukarı kaldırırak Allaha şöyle hitap eder:
Kabahat sende değil, sana tarlayı gösteren pezevenkte, der.”

Eh, bu fıkrada bizim Karadenizlinin dere kenarına ev yaparak; “Tanrım, işte evimin bulunduğu yer. İstediğin zaman yıkabilir ve istediğin zaman sele-suya katabilirsin” diye evin bulunduğu yeri göstermek değildir de, ya nedir?
*** *** ***
İkinci konuya gelecek olursak…
Bu konuda da şu konuya kısaca değinmek istiyorum…

İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi tekrarlanıyor..
Yani (tabir uygunsa) iki ayın içinde Belediye Başkanlığı için ikinci kez seçim yapılıyor…

Niye?
Niyesi; birinci seçime hile-hurda karışmış da onun için yeniden seçime gidiliyormuş…

Vallahi 31 Martta yapılan seçimlerin içine hile-hurda karıştı mı onu bilemem ve üstelik pek aklımda ermez ama….
Çok iyi bildiğimi sandığım bir şey var ki, o da şu;
Bizde demokrasinin işleme biçimi Nalbantçı keserine benzer…
Senden yana yontuyorsa iyidir…
Senden yana yontmuyor’sa, üzerinde biraz düşünmek gerekir.
Yanılıyor muyum yoksa?

Yani demem o ki;
Yönetsel güçlere kendi aralarında demokrasiye gereksinim varsa kavgasız-gürültüsüz kendi aralarında bu işi hallederler…
Eğer ‘demokrasi denilen şey’ yönetilen çoğunluğa ait bir şeyse; buna da yine kendi çıkarlarına göre şekil verirler…
Bence İstanbul’daki ‘seçim yenileme’ işi birazda buna benziyor…
Abartıyor muyum yoksa?

Ve bu konuyu hızlandırarak kısa cümlelerle söyleyecek olursak;
Demokrasi;
Demokratik yaşamı önemseyenler ve hak edenler için gereklidir.
Adalet;
Adaletli bir dünyanın içinde yaşamak isteyenler için önemlidir…

Tıpkı aç kalanın, karnını doyurmak için ekmek arama peşinde koştuğu gibi…

Tıpkı para babalarının paralarını daha çok katlamak için her türlü hileli, hurdalı yollara baş vurduğu gibi…

Tıpkı parası-pulu olanlar yıllardır ‘millet iradesi’ diye diye parasız milletin sırtına binip, kendisini parlamentoya taşıyanlar gibi…

Tıpkı ‘vatan ve millet sevgisini’ kimselere bırakmayan, ancak ne var ki sıra asker olmaya gelince; Parası-pulu olanların vatan topraklarını beklemek için askere gitmeyip, onun yerine askere halk çocuklarının askere gidip, onların yerine “şehit” unvanına sarılarak ölmeleri gibi…

Aaaaahh, ah!
Ne demeli bilmem ki?
Şimdi kırıp-dökmeden bu konuyu nasıl bitirmeli?

Durun en iyisi bunu da bir Bektaşi fıkrasıyla bitirelim…
Fıkra bu ya…
Bektaşi bir gün Camiye namaza gitmiş…
Ve herkes Allah’tan farklı farklı isteklerde bulunurken…
“Allah’ım bana din-iman ihsan eyle” derken…

Bektaş de;
“Allah’ım bana bir şişe şarap ver” diye dua etmiş…
Vay sen misin bunu diyen…
Etrafındakiler başlamışlar Bektaşi hocayı topa tutmaya;
“Utanmıyor musun be adam!”
“Hiç böyle dua olur mu?”
Bektaşi de kendisine kızıp küfredenlere;
“Niye kızıyorsunuz ki birader, sizler eksiğinizi söylerken ayıp olmuyor da, ben eksiğimi isterken niye ayıp olsun”

Sohbetimizi bu fıkranın ana-fikriyle sonlandıracak olursak;
Demek ki bizde demokrasi ve adalet denilen şey eksik değil…
Yani tam-tekmil ve eksiksiz yerinde!
Yoksa eksik olsaydı bizde ellerimizi gökyüzüne açar ve Tanrıya dua ederdik; “Allah’ım bize demokrasi nasip eyle” diye…
Öyle değil mi ama?

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?