12 EYLÜL FAŞİST CUNTASI 38 YILLIK RESMİ FATURASI (2)

12 EYLÜL FAŞİST CUNTASI 38 YILLIK RESMİ FATURASI (2)

12 Eylül Cuntasının birilerinin emir-komuta ve ‘çıkarları’ adına yaptığı işgüzarlıklara!
Ve aynı felsefeyi taşıyan ‘ardıl sivil yönetimlerin’ bugüne kadar ülke ve toplumun ortak çıkarları (!) doğrultusunda nasıl bir ‘iz’ bıraktıklarını özet olarak ve başlıklar halinde anlatmaya devam edelim…
Ancak sizlerde çok iyi bilirsiniz ki; bir toplumun dönüşümü öyle birdenbire olmuyor…
Zaman ve emek istiyor!
Demem o ki;
Yaşamın pratiğine taşınmak istenen ‘büyük projelerin’ büyük planlamalar ‘büyük insanlar’ tarafından, yıllar öncesinden uzun erimli bir çalışmanın sonucunda başarı elde edilebilir…
Yani; 12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleştirilen faşist darbede; öyle bir-iki günde düşünülüp yaşama geçirilen bir faşist darbe değildir!
Elbet bunun da geçmişe yönelik bir alt-yapısı ve öyküsü vardır.
Örneğin bu öykünün -ön senaryoları- taaaa; Kurtuluş Savaşının ön günlerinde yazılmıştı…
Fakat Erzurum ve Sivas Kongrelerinde duvara toslamıştı!
Ancak emperyalizmin niteliği ve yaşam felsefesi sömürüye dayalı olduğu için bu “duvara toslamayı” hiç bir zaman unutmamıştı!
Ve onların korkusu olun Mustafa Kemal Atatürk, bu dünyadan ayrılır-ayrılmaz da; -güneş görmüş peynir kurdu gibi- saklandıkları yerlerden tekrar gün ışığına çıkmaya başladılar!
1940 yılından bu yana her türlü alavere-dalavereye başvurdular!
Truman doktrinleri, Marşal yardımları!
NATO’ya girip-girmeme nazlanmaları!
Derken 1950 yılında -kendilerin temsil edecek- bir uydu iktidarı!
ABD’nin uydusu durumunda olan bu iktidara Atatürkçülerin itirazı!
Derken ardından 1960 ihtilali…
Havalar durulur-durulmaz; tekrar ABD’ye uyumlu bir iktidar!
Bu kez hem Atatürkçülerin ve hemde devrimcilerin itirazı!
Öyleyse al sana; 12 Mart muhtırası!
Arından bir süre 1.2.3. Milliyetçi Cephe safsataları!
Yetmedi; ülkenin içinde çıkarılan ve kışkırtılan kardeş kavgası!
Ve daha da olmadı;1980 yılında (bizim çocuklar) dedikleri 12 Eylül cuntacıların faşist darbesi!…
(şimdi bu 12 Eylül öncesi ön tespitleri burada bir nokta koyup, ondan sonraki gelişmelere kısa başlıklarla ve hızlı bir şekilde hızlı bir şekilde -aklımıza gelenleri- sıralayacak olursak;)
Meşhur “24 Ocak kararlarıyla” Atatürk’ün ‘Karma Ekonomik Sistemine’ son verilip, hızlı bir şekilde ‘liberal sistem’ dedikleri “gemisini kurtaran kaptan” ekonomik sistemini geçiliverdi…
Tabi ardından birkaç ay sonra da “12 Eylül Faşist darbesiyle” de bu ‘sistem’ rayına oturtulmaya başlatıldı…
Önce (özgürlüğü çok olan ve bol gelen) 1961 Anayasasını orta yerden kaldırmak için yeniden bir ‘anayasa’ yazdırılıp (usulden) kamuoyunun (güya) görüşüne sunulup, referandum yapıldı…
Tehdit ve silah zoruyla yapılan ‘oylama’ sonucu; yeni anayasa %92 bir çoğunlukla kabul edildiği gibi Cunta başı Kenan Evren de Cumhurbaşkanı seçildi…
Yıl 1983 (emir-komuta zinciri yöntemiyle) Siyasi yaşama geçildi!
İktidara “24 Ocak Kararlarının” mimarı Turgut Özal getirildi…
Önce İstanbul “1. Boğaz Köprüsünü” kamusal mülkiyetten bir an önce çıkartıp, özel mülkiyet statüsüne sokup satışa çıkardılar…
Ardından “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” felsefesi slogan yapıldı!
Ve arzu edilen, talan-soygun düzeni başladı!
Sadece soygun düzeni başlasa yine iyi!
Soyup-soğana çevirmeyle birlikte ve aynı yıllarda -paralel olarak- PKK terör örgütü’de işbaşı yaptı!
Ve PKK terör eylemleri günden-güne çoğalmaya başlayınca, dönemin sayın başbakanı Özal, halkın gazını almak için şöyle diyordu;
“Biz büyük bir devletiz, bir avuç çapulcunun üstesinden geliriz”
Ama bir yandan da; PKK’ya karşı ‘Köy Koruculuğu’ sistemini getirip ve bütün korucuları Emekli Sandığına üye yapıp, emekli olabilme hakları veriliyordu!
Ki; bu korucu sayısı Özal’ın öldüğü yıllarda 87 bin dolayındaydı.
Yani PKK’ya karşı mücadele edecek olan ‘Köy Korucuları’ hem (25 yılda emeklilik hakkına sahip olacak) ve hemde en kısa bir zamanda ‘bir avuç çapulcuların’ üstesinden gelinecek!
Bu paradoksa insanlar pek düşünüp gülmüyordu ama daldaki kargalar kahkaha atıyordu!
Daha sonra Irak lideri Saddam’ın ‘Halepçe Katliamı mağdurları’ diye adlandırılan Mesut Barzani’nin ve Celal Talabani’nin milis örgütü olan 10 bin dolayında Peşmergeyi ülkemizde konuk edip en iyi şekilde ağırladık…
Derken aradan fazla zaman geçmedi Irak Körfez Savaşı gerekçe gösterilerek; “Çekiç Güç” denilen – bu ne idiği belli olmayan- ve ne amaçla buralara kadar geldiği belli olmayan bu gizemli gücü ülkemizin Güneydoğu bölgesinde konuşlandırdık!
Ancak aradan çok zaman geçmeden bu ‘gizemli gücün’ foyası çıkmaya başladı ve -bu ne idiğü belirsiz- gizemli ‘Çekiç Güç’ denilen gizemli güç, meğer konuk ettiğimiz Peşmenge’lere Helikopterle havadan “İlaç ve yiyecek-içecek” indiriyorum kılıfı adı altında “Silah ve cephane” indiriyormuş…
Ve yaşanan bu gerçekleri ortaya çıkardı diye -soğuk bir pazar günü- o büyük araştırmacı gazeteci Uğur Mumcu’yu bombalayıp ortadan kaldırdılar!
Ardından çok geçmedi “O gazetecinin dedikleri doğru” dediği için Eşref Bitlis paşanın helikopterini -havada buzlandı- gerekçesiyle bir-şekilde düşürüp öldürdüler!
Sıkıldınız mı?
Sıkıldınız, sıkıldınız!
Ama sadece siz değil, bu olayları anımsayınca bende sıkılmaya başladım…
Onun için bugün daha fazla canımızı sıkmadan burada bırakıp, yarın kaldığımız yerden devam ederiz…
Tekrar görüşmek üzere…

Sosyal Medyada Paylaşın:

Düşüncelerinizi bizimle paylaşırmısınız ?